DEMOKRASİ KUR’AN’İ BİR YÖNETİM ŞEKLİ MİDİR?

  • DEMOKRATİK BİR YÖNETİM ŞEKLİNİN SONUÇLARI

Demokratik olarak tabir ettiğimiz yönetim şekillerinde gerçekleşen seçimlerde birden fazla parti/ler olur ve bu partilerin halkın kullanacağı oylar sonucunda baskın olan parti, iktidar olarak o devletin yönetimine geçer ve belli aralıklar ile bu seçimler bir döngü halinde devam eder. Yani Tanrı/Allah’ın istediği bizlere öngördüğü siyasallaşmanın tam tersidir. Çünkü Rabb bizlerin tefrikaya uğramasını yani ayrışmamızı değil birbirlerimize perçinlenerek ehliyete sahip kimseler tarafından yine ehliyete sahip yöneticilere verdikleri vekalet doğrultusunda oluşturulacak şura ile desteklenecek bir yönetimi emreder/öğütler. Çünkü particilik sadece belirsizliği doğurur. Sebebi ise başa geçenlerin pek ala seçimleride kendi lehlerine çevirebilecekleri gerçeğidir. Bu her yerdeki demokratik seçimlerde pek ala meydana gelebilir. Fakat Kur’an’ın önerdiği gibi bir şura meclisinde asla ve asla böyle bir belirsizlik yaşanmaz çünkü herkes bilinçlidir ve seçimler hiç kafa karıştırmadan, ehliyetli bireyler tarafından ayan beyan bir şekilde geçekleşir. Fakat komiktir kimileri için demokrasi adeta bir kült haline gelmiştir yani neredeyse tapılacaktır o külte. Yani, “…ama demokrasi” gibi bir cümle dahi kurdurtmayacak raddelere gelmiştir demokrasi bağımlılığı uluslarda. Bunun sebebi de belli aslında birey olamamış kimselerin çoğunluğu oluşturması. Demokrasi kutsal bir şey değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Buradan hareketle bazı tanınmış kimselerin demokrasiye attığı atıflara bakalım;

  • DEMOKRASİ ÜZERİNE ANALİZLER

Demokraside yüz bin tane fakir sandığa gider, sandıktan bir tane zengin çıkar.” Ali Şeriati

Demokrasi cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline dönüşebilir.” Aristotales

Demokrasi halkın iktidarlığıdır, iktidarların hak gördüğü değildir.” Eddi Anter

Demokrasi bir eğitim işidir, Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.” Platon

Evet, Platon‘u en sona aldım zira Platon’un hocası olan Sokrates demokrasi konusunda çok güzel tespitlerde bulunarak eksiklikleri olan ve bu eksiklikleri doğrultusunda bu yönetim şeklinin uygulandığı yerleri ne gibi büyük tehlikelerin beklediğini zamanında çok güzel bir şekilde vurgulamıştır. Öğrencisi Platon’un yazıtlarından bildiğimiz üzere Sokrates, demokrasi hususunda derin endişelere sahip bir Antik Yunan filozofuydu. Platon’un Republic adlı eserinin 6. kitabında Ademantus adlı bir karakter ile sohbet eder Sokrates ve bu sohbetin amacı Ademantus’a demokrasinin eksikliklerini göstermektir. Benzetme sanatını kullanan Sokrates anlatımında toplumu bir gemiye benzeterek şöyle der;

“Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?”

Ademantus ise şöyle karşılık verir; “Elbette ki ikincisi!”

Bunun üzerine Sokrates şöyle der;

“Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?

Kur’an’dan verdiğimiz ayetler ile yani yönetim anlamında birbirini destekleyen bir taraf hemen göze çarpar Sokrates’in sözlerin de. Peki neden? Nedeni yine çok basit, önceleri bahsettiğimiz elçilerin toplumlara gönderilmesi. Veya, neden bütün peygamberlerin Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıktığı. Yine veya, neden Batı da hiç bir peygamberin ortaya çıkmaması gibi çoğaltılabilir. İşte tam da Sokrates gibi bilge kimselerin o toplumlarda kendini bir birey olarak yetiştirebilmiş, ehliyete sahip ve bilinçli bir kimselerin var olabilmiş olmasından. Hatta yeri gelmişken Sokrates, savunmasında kendinin ilahi olarak bazı düşüncelere haiz olduğunu da belirtir. Hatta bunu onu suçlayanların alaya alarak bahsettiğini de ekler. Evet, Sokrates ile ilgili değişmez bir gerçek var ise o da Tanrı/Allah’a olan bağlılığı ve kendini hiç bu dünyaya ait hissetmeyişi olacaktır tabii bir de her zaman bir şey bilmediğini ifade etmesi. Öğretileri daima insanın kendini yüceltme gafletine düşmemesi gerektiği, Tanrı/Allah’tan asla kopulmaması ve O’nu daima O’nun emrettiği/istediği gibi anmak ve hareket edilmesiyle ilgili olmuştur. Dolayısıyla, Tanrı/Allah ancak bir toplumda kara cahilliğin karanlığının hüküm sürdüğü, kör kalmış toplumları aydınlığa kavuşturabilmesi için elçiler gönderir. Ve hepimiz biliyoruz ki o zamanlar da bu konularda karanlıkta kalan Ortadoğu idi Batı ise oldukça gelişmiş ve günümüzde hala okuduğumuz ve okuttuğumuz temel bilimlerin temellerini atabilecek nitelikte bireyler ile doluydu. Bakın bunları görebilmek, anlayabilmek o kadar da zor şeyler değil. Sadece temiz bir zihin ve güçlü bir diyalektik gerektiriyor. Toparlarsak Sokrates, bahsi geçen ve kendisinin de derinlemesine korktuğu demokrasinin azizliği olan ehliyetsiz ve birey olamamış cahil kimselerin de rahatlıkla kullandıkları oylar sonucunda, o.d.ö. (ortak dönemden önce) 399 yılında “Atina gençliğini yozlaştırmak ve yeni Tanrılar uydurarak Atinalıları yoldan çıkarmak” suçundan mahkemeye verilmiş ve karara ulaşılması için davet edilen 500 Atina’lının jüri heyeti sonucunda %52’ye %48’lik bir oy farkı ile suçlu bulunan Sokrates, baldıran otu zehiri ile ölüme mahkum edilmiştir. Tek kelimeyle trajik bir ölüm. Geleceğin tehlikesini ilk elden tadan ne yazıktır ki yine o tehlikeyi ilk elden fark eden kimse olmuştur.

“Sokrates’in Ölümü”, Jacques-Louis David, 1787
  • PARTİCİLİK VE TOPLUMA ETKİSİ

Demokratik seçimlerin diğer bir olmazsa olmazı olan “particilik” de ne yazık ki sonu tefrika ve yandaşçılığa kayan bir sistem olarak tamamen İslam’a aykırıdır. Partili idareler de önce partililer sonra yandaşların çıkarları dikkate alınır. Partili seçimlerde halka en ehil olanın seçme özgürlüğü verilmez, bahsi geçen partinin başkanının belirlediği kişi halka zoraki seçtirilir (yani adaylık).  Bu döngü geçmişten günümüze bütün partili sistemler aynı şekilde işlemektedir. Particilik ötekileştirmeye gebe bir seçim sistemidir. Farklı partiler devamlı birbirlerini kötüleyerek, ötekileştirerek adeta düşman kesilirler. Bu iktidar ve muhalefet çatışması, demokratik bir yönetim kullanan toplumlar da asla bitmez. Bir takım kalpazan (sahtekar) Müslümanlar da sözde peygamberin, “ümmetimin ihtilafa düşmesi rahmettir” diyerek; Mezhep, Meşrep, Cemaat, Tarikat, Parti, Sendika, Grup vb. ayrılıkların altına desteği de hemen uydurmuşlardır. Hem peygambere iftira atmış hem de göz göre göre Kur’an’a karşı hareket etme gafletinde bulunmuşlardır.

Tefrikaya düşmeden, hiçbir güruhu ötekileştirmeden bu meclis/ulus kendi içlerindeki sosyo-ekonomik durumlara göre toplumu yaptıkları iş neticesin de bir basamaklara ayırır ise bu bize temelde bir, fakat iş bölümünde herkesin belli bir yeri olan sistemin oluşmasını sağlayacaktır.

  • İSLAMİ YÖNETİM VE DEMOKRASİ KIYASI

İslam dini ile Demokrasi arasında bazı kıyaslara gidecek olursak;

*Demokraside genellikle ideolojik ve kişisel garazlar ve mücadele eder. Böylece toplumda bir takım sosyal sınıflar oluşur ve bu durumda cemiyetin çıkmazlara sürüklenmesine neden olurken İslam, buna izin vermez.

*Demokratik iktidarlar toplumun tümüne hizmet etmeden önce kendi seçmenlerinin yandaşlarına hizmete düşünürken İslam, buna izin vermez.

*Demokrasi, seçilmiş kimseleri efendi, sorumsuz bir kitle yaparken, İslam dininde seçilmişler topluma hizmet ederek Tanrı/Allah’a kulluk yapan memurlardır ve sorumludurlar.

*Demokrasilerde; açıkgöz, hileci, düzenbaz, riyakar ve kalpazan  kimseler bir takım entrikalarla yönetime gelebilirken, ülke tek kişinin veya bir sınıfın hakimiyeti altına alınabilirken İslam dini bunların hiçbirine fırsat vermez. İslam dini koyduğu ilkelerle ehliyeti ön planda tutar.

*Demokrasilerde; herkesin seçme ve seçilme hakkı varken, İslam’da seçmende ve seçilecekte ehliyet aranır ve ehil olmayan kimselere seçmenlik hakkı tanınmaz. Seçmenliği ve seçilmeyi görev olarak görür ve ehliyet arar ve de herkesinde seçme ve seçilmek için gerekli olan ehliyeti almaya yönelik öğrenimide alabilmesinide hak ve özgürlüğüde tanımıştır.

*Demokrasilerde; oy çokluğu esas alınırken, İslam dini toplumun çoğunluğunu ön planda tutan, duyarsız, cahil ve ehliyetsiz kişilerden oluşacağı gerçeğinden hareketle, ehliyetsizlerinde yanlış yapacağını, aldatacağını, aldatabileceğini dikkate alarak çoğunluğun seçimine izin vermez. Ehil kişilerin seçimini itibara dikkate alır.

*Demokrasiler her alanda sınırsız hürriyet tanınırken, İslam dini, genel davranışlarda, servet-mülkiyet ve tasarruflarda sınırlama getirir. İçki, kumar, zina, faiz vb. fuhşiyatlara özgürlük tanımaz. Zira bunlar toplumu içten içe yoksullaştırır, çürütür ve yozlaştırır. Tuğyanlar doğurtur. İslam dini kendi devletine Müslüman olmayanları ortak kabul etmezken, Demokrasi dininde tüm vatandaşlar fark etmeksizin ortak kabul edilir. Bu yüzdendir; ülkemizde “azınlık” olarak kabul ettiğimiz, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler bahsi geçen “ulus” kavramının içerisine dahil edilmemiştir ve ulusumuzun “asli” unsurlarıda değillerdir. Nitekim “millet” dediğimiz zaman bunun anlamını “İslam milleti/İslam dini” demektir, “Türk milleti” dediğimiz zamanda bu “İslam dinini yaşayanlar” anlamına gelir. Avrupai devlet anlayışında bu böyle olmayıp, ulusun asli unsurları/ortakları olarak görülebilmektedir. 

Bakara 124;Hani Rabb’in İbrahim’i bir takım kelimeler ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, -ben seni onlara önder yapanım- demişti, İbrahim, -soyumdandan önderler yap- dedi. Rabbi, benim ahdim/tutulmaz üzere verdiğim söz kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz- dedi” 

Üstteki ayette, İbrahim peygamber, imam olmuştur ama bu bildiğimiz camii imamı veya mezhep imamları gibi değil yönetici olarak bir imamlıktır. İbrahim peygamber bulunduğu makam-mevki itibarı ile tabiri caizse aşka gelmiş ve Rabb’ine, “benim soyumdan da önderler, devlet başkanları, makam-mevki sahibi kimseler yap!” demiştir ve Tanrı/Allah’ın ona verdiği cevap, “zalimlere bu iş düşmez!” olmuştur. Yani bu gibi makamlar için soy-sop değil ehliyet lazımdır, bazı Uzakdoğu ve Batı uluslarında olduğunun aksine. Tabii ki de bahsettiğimiz veliahtlık sistemi. Dolayısıyla bu ayet babadan oğula geçme olan bu adaletsiz sistemi de tıkamıştır ve izin vermemiştir tabii burada hemen Osmanlı Devleti akıllara gelmektedir ki Osmanlı Devleti de İslam Devleti  adı altında ne yazık ki onlarca Kur’an’a ve İslam’a aykırı şeyler bulmak pek de zor olmayacaktır. Dahası uygun görülen bu soydan soya saltanat yönetimininde gerekse saray içerisinde gerekse yönetici aileler içerisinde gerekse de toplum içerisinde ne denli yıkım ve kıyımlara davetiye çıkardığınıda pek ala hatırlayabilmekteyiz.

  • SEÇMEN VE SEÇİLEN İÇİN EHLİYET SAHİBİ OLMANIN ÖNEMİ

Ehliyet kavramını maddeler halinde toparlarsak;

*Adil olmak (günlük yaşantısında fisk ve isyanın içinde olmamak, haramları işlememek, çirkin işler yapmamak, heva, heves ve şehvete düşkün olmamak, herkese eşit davranmak, kin gütmemek, kültür bilgi ve mevki farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak)

*Akil (reşit) olmak; zihinsel açıdan kusurlu olmamak; deli, baygınlık geçirip duran, bunak vs. olmamak

*Alim olmak; atandığı görevin mahiyetine ve uygulamasına yönelik yeterli bilgi, beceri ve deneyim sahibi olmak (yasama meclisi üyesi ile belediye meclisi üyesinin tabi olacağı nitelikler doğal olarak farklı farklıdır)

*Temiz, minnetsiz kazanca sahip olmak

*Yüce bir ahlaka sahip olmak

*Özgür olmak; başkalarının kontrolünde ve etkisinde bulunan kimselerin, kölelerin, ağa marabalarının, şeyh müritlerinin, sendika uşaklarının ve beslemelerin seçme ve seçilme ehliyeti olamaz. Çünkü bunlar hakkaniyetle hareket edemez, sahiplerinin direktiflerini uygularlar

*Siyasi basirete sahip olmak, toplumun karşılaşabileceği tüm sıkıntıların çözümünde konuları öncelikleyebilme yetkisine sahip olmak

Ayrıca İslam, yönetimin irsen (soy) intikaline de izin vermemiştir.

Bakara 124; Ve hani Rabbi İbrâhîm’i, birtakım kelimeler/ yaralar, sıkıntılar ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben, seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!” dedi.”

İsterse peygamberin soyundan gelsin hiç fark etmez bu onun/onların yönetici olacakları anlamına asla gelmez. Nitekim tarihte bu soy-sop şeklinde başa geçmiş; Sümer, Mısır, Asur, Babil, Roma, Emevi, Abbasi, Eyyubi, Selçuklu ve de Osmanlı gibi devletlerin ehliyetsiz  yöneticiler yüzünden nasıl yok olup gittiklerini görmekteyiz. Buna göre Müslümanlar, ehliyetli kimseleri arar-tarar ve ehil kimseleri göreve getirirler veya ehil müslümanlar göreve talip olur ve yetkili kurumlarca atanırlar.

Leave a comment