KİTAB-I MUKADDES VE KUR’AN’DA KURBAN

  • Kitab-ı Mukaddes içerisinde hayvan ve yiyecek kurbanı
“Mistik Kuzu’ya Tapınma”, Jan van Eyck ve Hubert van Eyck, 1430-1432, Meşe panelleri üzerine yağlı boya.

Kitab-ı Mukaddes’te Eski Ahit’in Levililer bölümünde Yahudilerin geçmişteki hayvan kurban etme ritüelleri anlatılır.

  • Yakmalık sunu
  • Tahıl sunusu
  • Günah sunusu

Üstteki üç “sunu” yani adak şekli ilgili bölümde Kahinlerin Sunu Sunma Kuralları başlığı adı altında anlatılır.

Levililer 6:1-7;RAB Musa’ya şöyle dedi: “Eğer biri günah işler, RAB’be ihanet eder, kendisine emanet edilen, rehin bırakılan ya da çalıntı bir mal konusunda komşusunu aldatır ya da ona haksızlık ederse, kayıp bir eşya bulup yalan söylerse, yalan yere ant içerse, yani insanların işleyebileceği bu suçlardan birini işlerse, günah işlemiş olur ve suçlu sayılır. Çaldığı ya da haksızlıkla ele geçirdiği şeyi, kendisine emanet edilen ya da bulduğu kayıp eşyayı, ya da hakkında yalan yere ant içtiği şeyi, üzerine beşte birini de ekleyerek, suç sunusunu getirdiği gün sahibine geri vermeli. RAB’be suç sunusu olarak kâhine belli değeri olan kusursuz bir koç getirmeli. Kâhin RAB’bin huzurunda onun günahını bağışlatacak; işlediği suç ne olursa olsun kişi bağışlanacak.”

Levililer 6’nın girişi olan bu pasajda Rab, Musa’ya belirli günahlar sonucu bunlardan arınabilmesi için rahiplerin yanidin adamlarının nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatır. Pasaj bizlere bir din görevlisinin huzurunda günah işleyen kişiyle birlikte Rab’be yalvarmaları ve suç sunusunu kurban etmeleri ile Rab’bin işlenilen suçun ne olursa olsun baul edileceği vurgulanır. Bu sözcüğün İbranicedeki kökü ise karov‘dur anlamı ise Tanrı’ya yaklaşmak, gelmek demektir. Türkçede kullandığımız kurban sözcüğüde esasen Arapça olup anlam olarak yaklaşmak demektir. Arapçadaki bu sözcüğün dilimize geçmeden önce Arapçayada nasıl İbraniceden geçtiğini rahatlıkla görebiliriz.

Alttaki pasaj Yakmalık Sunu ile ilgili kurallardır;

Levililer 6:8-13;  RAB Musa’ya şöyle dedi:  “Harun’la oğullarına buyruk ver: ‘Yakmalık sunu yasası şudur: Yakmalık sunu bütün gece, sabaha kadar sunaktaki ateşin üzerinde kalacak. Sunağın üzerindeki ateş sönmeyecek.  Kâhin keten giysisini, donunu giyecek. Sunağın üzerindeki yakmalık sunudan kalan külü toplayıp sunağın yanına koyacak.  Giysilerini değiştirdikten sonra külü ordugahın dışında temiz bir yere götürecek.  Sunağın üzerindeki ateş sürekli yanacak, hiç sönmeyecek. Kâhin her sabah ateşe odun atacak, yakmalık sununun parçalarını odunların üzerine dizecek, onun üzerinde de esenlik sunularının yağını yakacak. Sunağın üzerindeki ateş sürekli yanacak, hiç sönmeyecek.’ ”

Bu pasaj ise Tahıl Sunusu ile ilgili;

Levililer 6:14-23; “ ‘Tahıl sunusu yasası şudur: Harun’un oğulları onu sunağın önünde RAB’be sunacaklar. Kâhin üzerindeki günnükle birlikte tahıl sunusunun ince unundan ve zeytinyağından bir avuç alıp anma payı ve RAB’bi hoşnut eden koku olarak sunakta yakacak. Artakalanı Harun’la oğulları yiyecekler. Onu kutsal bir yerde, Buluşma Çadırı’nın avlusunda mayasız ekmek olarak yemeliler. Mayayla pişirilmemeli. Bunu yakılan sunulardan, kâhinlerin payı olarak verdim. Suç sunusu, günah sunusu gibi bu da çok kutsaldır. Harun soyundan gelen her erkek ondan yiyebilir. RAB için yakılan sunularda onların kuşaklar boyunca sonsuza dek payları olacak. Sunulara her dokunan kutsal sayılacak.’ ”RAB Musa’ya şöyle dedi: “Harun kâhin olarak meshedildiği gün, Harun’la oğulları tahıl sunusu olarak RAB’be yarısı sabah, yarısı akşam olmak üzere, onda bir efa ince un sunacaklar. Bu sürekli bir sunu olacak. Zeytinyağıyla iyice yoğrulup sacda pişirilecek. Tahıl sunusunu getirip RAB’bi hoşnut eden koku olarak pişmiş parçalar halinde sunacaklar. Bunu Harun soyundan gelen meshedilmiş kâhin RAB’be sunacak. Sürekli bir kural olacak bu. Sununun tümü yakılacak. Kâhinin sunduğu her tahıl sunusu tümüyle yakılmalı, hiç yenmemeli.”

Ve alttaki son pasajda Günah Sunusu‘nun kurallarını içerir;

Levililer 6:24-30; RAB Musa’ya şöyle dedi: “Harun’la oğullarına de ki, ‘Günah sunusu yasası şudur: Günah sunusu yakmalık sununun kesildiği yerde, RAB’bin huzurunda kesilecek. Çok kutsaldır. Hayvanı sunan kâhin onu kutsal bir yerde, Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde yiyecek. Sununun etine her dokunan kutsal sayılacak. Kanı birinin giysisine sıçrarsa, giysi kutsal bir yerde yıkanmalı. İçinde etin haşlandığı çömlek kırılmalı. Ancak tunç bir kapta haşlanmışsa, kap iyice ovulup suyla durulanmalı. Kâhinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir. Çok kutsaldır. Ama kutsal yerde günah bağışlatmak için kanı Buluşma Çadırı’na getirilen günah sunusunun eti yenmeyecek, yakılacaktır.’ ”

Bu bölümdeki Yakmalık Sunu olarak isimlendirilen bir kurban etme şekli, kurbanın ateş üzerinde tamamen pişirilerek öldürülmesi, yok edilmesidir. Günah ve diğer ritüel kirliliklere karşı bir kefarettir. Tahıl Sunusu ise, ince un ve zeytinyağının birleştirilerek ateş üzerinde yakılma eylemidir. Rab ateş üzerinde pişen ve kahinin sunduğu bu yiyeceğin asla yenmemesi gerektiği, Rab’be hoş koku vermesi için yapılan bir adak olduğunu belirtir ve tümüyle yakılmasını emreder. Esasen Yahudiler hala bu ibadeti devam ettirmektelerdir Fısıh Bayramı (Hamursuz Bayramı) adı altında. Günah Sunusu ise, bir hayvanın yakmalık sununun olduğu yerde kesilerek sunu üzerinde pişirilmesidir. Fakat bu sunuyu yalnızca onu sunan kahin veya kahinler soyundan gelenler yiyebilmekte.

“Nuh’un Kurbanı”, Antonio de Bellis, 1645-1650, Yağlıboya

Eski Ahit’in yine Levililer bölümünde geçen diğer kurban ritüeli ise Yahudilerin Tapınak Dönemi’nde gönüllü olarak yaptıkları bir nevi şükran ibadetidir. Gönüllü olarak inananların hazırladıkları yiyecekleri ailecek bir şölen halinde tüketmeleridir.

  • Kitab-ı Mukaddes içerisinde insan kurbanı
  • İbrahim’in oğlu İshak’ı Rab’be kurban ederek denenmesi
“İshak’ın kurban edilişi”, Rembrandt, 1635, Yağlıboya

Kitab-ı Mukaddes içerisinde Eski Ahit bölümünde insan kurban edilişine dair bir takım pasajlar bulunmaktadır. Bunlardan biri İbrahim’in Rab tarafından oğlunu O’na kurban ederek denenmesi hadisesidir.

Yaratılış 22:19; Daha sonra Tanrı İbrahim’i denedi. “İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “Buradayım!” dedi. Tanrı, “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.”İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı’nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı. Üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü. Uşaklarına, “Siz burada, eşeğin yanında kalın” dedi, “Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.” Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim’e, “Baba!” dedi. İbrahim, “Evet, oğlum!” diye yanıtladı.İshak, “Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?” diye sordu. İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler. Tanrı’nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı. Ama RAB’bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi.İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi. Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. Oraya “Yahve yire” adını verdi. “RAB’bin dağında sağlanacaktır” sözü bu yüzden bugün de söyleniyor. RAB’bin meleği göklerden İbrahim’e ikinci kez seslendi: “RAB diyor ki, kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için, biricik oğlunu esirgemediğin için seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.” Sonra İbrahim uşaklarının yanına döndü. Birlikte yola çıkıp Beer-Şeva’ya gittiler. İbrahim Beer-Şeva’da kaldı.”

Üstteki pasaj ise İbrahim’in Rab tarafından denenmesini anlatan bir pasajdır. Rab, İbrahim’e oğlu İshak’ı alıp Moriya bölgesindeki dağda oğlunu sunak üzerinde kurban etmesini emreder ve İbrahim’de buna uyarak oğlunu alıp belirtilen dağa çıkar. “Sunu kuzuzu” hayvanların Tanrılara ritüel olarak kurban edilmelerinden gelir. İshak dağda ateş ve odunu görür fakat Rab’be sunulacak kuzuyu göremez ve babası İbrahim’e sorar, bunun üzere İbrahim; ““Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” diye cevap verir ve oğlunu bağlayıp sununun üzerine koyar ve bıçağını alıp boğazını kesecekken göklerden bir melek iner ve İbrahim’i durdurur. Dolayısıyla bu pasaj İbrahim’in Tanrıdan korkutuğunu anlamak için yapılmış bir testtir. Tanrı, Kendisinden oğlunu dahi esirgemeyen İbrahim için çalılıklar arasından bir koç gönderir ve İbrahim onu sunar Rab’be. Bu davranışı üzerine İbrahim, Rab tarafından soyunun kutsanması ve uluslara karşı galip geleceği sözü ile ödüllendirilir.

  • Kral Davut’un şehrindeki kıtlığa sebeb olan Saul’un Rab’be kurban olarak sunulması
“Davut, Saul için harp çalarken”, Rembrandt, 1650-1670, Yağlıboya

Bir diğeri ise yine Eski Ahit’te geçen, bilge Kral Davut’un kıtlığı ortadan kaldırmak için Saul’u ve onun yedi çocuğunu nasıl Tanrı adına feda ettiği ile ilgilidir.

2 Samuel 21:1-14; Davut’un döneminde, üç yıl art arda kıtlık oldu. Davut RAB’be danıştı. RAB şöyle yanıtladı: “Buna kan döken Saul ile ailesi neden oldu. Çünkü Saul Givonlular’ı öldürdü.” Kral Givonlular’ı çağırtıp onlarla konuştu. –Givonlular İsrail soyundan değildi. Amorlular’dan sağ kalan bir halktı. İsrailliler onları sağ bırakacaklarına ant içmişlerdi. Ne var ki, İsrail ve Yahuda halkı için büyük gayret gösteren Saul onları yok etmeye çalışmıştı.– Davut Givonlular’a, “Sizin için ne yapabilirim? RAB’bin halkını kutsamanız için bu suçu nasıl bağışlatabilirim?” diye sordu. Givonlular ona şöyle karşılık verdi: “Saul’la ailesinden ne altın ne de gümüş isteriz; İsrail’de herhangi birini öldürmek de istemeyiz. ”Davut, “Ne isterseniz yaparım” dediŞöyle karşılık verdiler: “Bizi yok etmeye çalışan ve İsrail ülkesinin hiçbir yerinde yaşamamamız için bizi ortadan kaldırmayı tasarlayan adamın oğullarından yedisi bize verilsin. RAB’bin seçilmişi Saul’un Giva Kenti’nde RAB’bin önünde onları asalım. ”Kral, “Onları vereceğim” dedi.Kral, Saul oğlu Yonatan’la RAB’bin önünde içtiği anttan ötürü, Yonatan oğlu Mefiboşet’i esirgedi. Onun yerine, Aya kızı Rispa’nın Saul’dan doğurduğu Armoni ve Mefiboşet adındaki iki oğlunu ve Saul kızı Merav’ın Meholalı Barzillay oğlu Adriel’den doğurduğu beş oğlunu aldı. Davut onları Givonlular’ın eline teslim etti. Givonlular onları dağda, RAB’bin önünde astılar. Yedisi de aynı anda öldüler. Biçme zamanının ilk günlerinde, arpa biçme zamanının başlangıcında öldürüldüler. Aya kızı Rispa bir çul alıp kendisi için bir kayanın üzerine serdi. Biçme zamanının ilk günlerinden cesetlerin üzerine gökten yağmur yağana dek Rispa orada kaldı; cesetleri gündüzün yırtıcı kuşlardan, geceleyin yabanıl hayvanlardan korudu.Saul’un cariyesi Aya kızı Rispa’nın yaptıkları Davut’a bildirildi.Davut gidip Saul’un ve oğlu Yonatan’ın kemiklerini Yaveş-Gilatlılar’dan aldı. Filistliler Gilboa Dağı’nda Saul’u öldürdükleri gün, onun ve oğlunun cesetlerini Beytşean alanında asmışlardı. Yaveş-Gilat halkı da cesetleri gizlice oradan almıştı. Davut Saul’un ve oğlu Yonatan’ın kemiklerini oradan getirdi. Asılmış yedi kişinin kemikleri de toplandı. Saul’la oğlu Yonatan’ın kemiklerini Benyamin bölgesindeki Sela’da Saul’un babası Kiş’in mezarına gömdüler. Kralın bütün buyruklarını yerine getirdiler. Bundan sonra Tanrı ülkeyle ilgili yakarışları yanıtladı.”

Üstteki pasaj bizlere bilge Kral Davut’un şehrinde üç-dört sene boyunca süren kıtlık sonucu Kral Davut’un Rab’be danışması sonucu Rab’bin bunu, “Buna kan döken Saul ile ailesi neden oldu. Çünkü Saul Givonlular’ı öldürdü.” şeklinde cevaplaması ve Kral Davut’unda Givonlular’ı çağırtıp konuşmasıyla olay anlaşılmaya başlanır. Givonlular, İsrail soyundan olmayan, Amorlular’dan sağ kalmış bir halk. İsrailliler bu halkı öldürmeyeceklerine dair ant içtikleri halde Saul, bu halkı yok etmeye çalışır. İşte Rab’de Kral Davut’un şehrinde yaşanan bu kıtlığın sebebinin Saul’un içtiği bu antı tutmamasından geçtiğini Saul’un onları öldürmesi ile vurguluyor.

İsrail’in ve Yahuda’nın ilk kralı olan Saul’un işlediği bu suçun Rab tarafından affedilmesi adına Kral Davut, Givonlular’a bunun affedilmesi için ne yapabileceğini sorar. Onlarda, Saul’u ve yedi oğlunn onlara verilmesi gerektiğini söyler ve Givonlular, Saul dahil yedi oğlunuda dağda Rab’bin önünde asarak kurban eder. İşte bu olay üzerine de Rab artık Kral Davut’un şehrinin ona yakarışlarını duyar ve bereketlendirir.

  • Yiftah’ın kızını Rab’be kurban etmesi
“Yiftah’ın kızını kurban etmesi”, Giovanni Battista Pittoni the Younger, 1732-1733, Yağlıboya

Eski Ahit’te, Hakimler 12:7‘ye göre İsrail’de altı yıllık bir süre içinde hakimlik yapmış birisidir, Yiftah. Eski Ahit’in Hakimler bölümünde geçen bu olay ise Jephthah’ın Rab’be evinden çıkan gözünün gördüğü ilk şeyi O’na kurban etmeye yemin etmesini anlatır ve bu kişi de onun isimsiz tek kızı olur ve onu Rab’be yeminini yerine getirmek üzere kurban eder.

Hakimler 11:1-40; Yiftah adında yiğit bir savaşçı vardı. Bir fahişenin oğlu olan Yiftah’ın babasının adı Gilat’tı.  Gilat’ın karısı da ona erkek çocuklar doğurmuştu. Bu çocuklar büyüyünce Yiftah’ı kovmuşlardı. Ona, “Babamızın evinden miras almayacaksın. Çünkü sen başka bir kadının oğlusun” demişlerdi. Yiftah kardeşlerinden kaçıp Tov yöresine yerleşti. Çevresinde toplanan serserilere önderlik etmeye başladı. Bir süre sonra Ammonlular İsrailliler’e savaş açtı.  Savaş patlak verince Gilat ileri gelenleri Yiftah’ı almak için Tov yöresine gittiler.  Ona, “Gel, komutanımız ol, Ammonlular’la savaşalım” dediler. Yiftah, “Benden nefret eden, beni babamın evinden kovan siz değil miydiniz?” diye yanıtladı, “Sıkıntıya düşünce neden bana geldiniz?” Gilat ileri gelenleri, “Sana başvuruyoruz; çünkü bizimle gelip Ammonlular’la savaşmanı, bize, Gilat halkına önderlik etmeni istiyoruz” dediler. Yiftah, “Ammonlular’la savaşmak için beni götürürseniz, RAB de onları elime teslim ederse, sizin önderiniz olacak mıyım?” diye sordu. Gilat ileri gelenleri, “RAB aramızda tanık olsun, kesinlikle dediğin gibi yapacağız” dediler. Böylece Yiftah Gilat ileri gelenleriyle birlikte gitti. Halk onu kendine önder ve komutan yaptı. Yiftah bütün söylediklerini Mispa’da, RAB’bin önünde yineledi. Sonra Ammon Kralı’na ulaklar göndererek, “Aramızda ne var ki, ülkeme saldırmaya kalkıyorsun?” dedi. Ammon Kralı, Yiftah’ın ulaklarına şu karşılığı verdi: “İsrailliler Mısır’dan çıktıktan sonra Arnon Vadisi’nden Yabbuk ve Şeria ırmaklarına kadar uzanan topraklarımı aldılar. Şimdi buraları bana savaşsız geri ver.” Yiftah yine Ammon Kralı’na ulaklar göndererek  şöyle dedi: “Yiftah diyor ki, İsrailliler ne Moav ülkesini, ne de Ammon topraklarını aldı.  Mısır’dan çıktıkları zaman Kamış Denizi’ne kadar çölde yürüyerek Kadeş’e ulaştılar.  Sonra Edom Kralı’na ulaklar göndererek, ‘Lütfen topraklarından geçmemize izin ver’ dediler. Edom Kralı kulak asmadı. İsrailliler Moav Kralı’na da ulaklar gönderdi, ama o da izin vermedi. Bunun üzerine Kadeş’te kaldılar. “Çölü izleyerek Edom ile Moav topraklarının çevresinden geçtiler; Moav bölgesinin doğusunda, Arnon Vadisi’nin öbür yakasında konakladılar. Moav sınırından içeri girmediler. Çünkü Arnon Vadisi sınırdı. “Sonra Heşbon’da egemenlik süren Amorlular’ın Kralı Sihon’a ulaklar göndererek, ‘Ülkenden geçip topraklarımıza ulaşmamıza izin ver’ diye rica ettiler. Ama Sihon İsrailliler’in topraklarından geçip gideceklerine inanmadı. Bu nedenle bütün halkını toplayıp Yahesa’da ordugah kurdu ve İsrailliler’le savaşa tutuştu. “İsrail’in Tanrısı RAB, Sihon’u ve bütün halkını İsrailliler’in eline teslim etti. İsrailliler Amorlular’ı yenip o yöredeki halkın bütün topraklarını ele geçirdiler. Arnon Vadisi’nden Yabbuk Irmağı’na, çölden Şeria Irmağı’na kadar uzanan bütün Amor topraklarını ele geçirdiler. “İsrail’in Tanrısı RAB Amorlular’ı kendi halkı İsrail’in önünden kovduktan sonra, sen hangi hakla buraları geri istiyorsun? İlahın Kemoş sana bir yer verse oraya sahip çıkmaz mısın? Biz de Tanrımız RAB’bin önümüzden kovduğu halkın topraklarını sahipleneceğiz. Sen Moav Kralı Sippor oğlu Balak’tan üstün müsün? O hiç İsrailliler’le çekişti mi, hiç onlarla savaşmaya kalkıştı mı? İsrailliler üç yüz yıldır Heşbon’da, Aroer’de, bunların çevre köylerinde ve Arnon kıyısındaki bütün kentlerde yaşarken neden buraları geri almaya çalışmadınız? Ben sana karşı suç işlemedim. Ama sen benimle savaşmaya kalkışmakla bana haksızlık ediyorsun. Hakim olan RAB, İsrailliler’le Ammonlular arasında bugün hakemlik yapsın.”Ne var ki Ammon Kralı, Yiftah’ın kendisine ilettiği bu sözlere kulak asmadı. RAB’bin Ruhu Yiftah’ın üzerine indi. Yiftah, Gilat ve Manaşşe’den geçti, Gilat’taki Mispa’dan geçerek Ammonlular’a doğru ilerledi. RAB’bin önünde ant içerek şöyle dedi: “Gerçekten Ammonlular’ı elime teslim edersen, onları yenip sağ salim döndüğümde beni karşılamak için evimin kapısından ilk çıkan, RAB’be adanacaktır. Onu yakmalık sunu olarak sunacağım.” Yiftah bundan sonra Ammonlular’la savaşmaya gitti. RAB onları Yiftah’ın eline teslim etti. Yiftah, başta Avel-Keramim olmak üzere, Aroer’den Minnit’e kadar yirmi kenti yakıp yıkarak Ammonlular’a çok büyük kayıplar verdirdi. Böylece Ammonlular İsrailliler’in boyunduruğuna girdi. Yiftah Mispa’ya, kendi evine döndüğünde, kızı tef çalıp dans ederek onu karşılamaya çıktı. Tek çocuğu oydu, ondan başka ne oğlu ne de kızı vardı. Yiftah, kızını görünce giysilerini yırtarak, “Eyvahlar olsun, kızım!” dedi, “Beni perişan ettin, umarsız bıraktın! Çünkü RAB’be verdiğim sözden dönemem.” Kız, “Baba, RAB’be ant içtin” dedi, “Madem RAB düşmanların olan Ammonlular’dan senin öcünü aldı, ağzından ne çıktıysa bana öyle yap.” Sonra ekledi: “Yalnız bir dileğim var: Beni iki ay serbest bırak, gidip arkadaşlarımla kırlarda gezineyim, kızlığıma ağlayayım.” Babası, “Gidebilirsin” diyerek onu iki ay serbest bıraktı. Kız arkadaşlarıyla birlikte kırlara çıkıp erdenliğine ağladı. İki ay sonra babasının yanına döndü. Babası da içtiği andı yerine getirdi. Kıza erkek eli değmemişti.Bundan sonra İsrail’de bir gelenek oluştu. İsrail kızları her yıl kırlara çıkıp Gilatlı Yiftah’ın kızı için dört gün yas tutar oldular.”

Bu pasaj ise Yiftah adında babası Gilat annesinden ise bir fahişe olarak bahsedilen yiğit bir savaşçı ve yargıçı anlatır. İsrailliler ve Amorlular arasındaki savaşı anlatan bu pasaj, Amorlular’ın haksız yere aldığı toprakların, Yiftah’ın komutasındaki ordu ile geri alınma mücadelesini anlatır. Yiftah, Amorlular ile savaşmadan önce Rab’be dua ederek eğerki Amorlular ile yapacağı savaşta galip gelirse Rab’bin yardımı ile, eve dönünce evinden çıkan ilk kişinin O’na adanacağı şeklinde yeminde bulunur. Ve Yiftah, Amorlular’ı yener ve topraklarıda geri alır. Eve döndüğü zamansa kapıdan çıkan kişi tef çalarak dans eden isimsiz tek kızıdır. Onu gören Yiftah, perişan olur fakat Rab’be verdiği sözü tutmak zorundadır ve kızının isteği üzerine onu iki ay arkadaşları ile gezmesi üzerine serbest bırakır ve dönüncede Rab’be kurban eder.

  • Moav Kralı Meşa’nın oğlunu surlar üzerinde Rab’be yakmalık sunu olarak sunması

2. Krallar 3:1-27; “Yahuda Kralı Yehoşafat’ın krallığının on sekizinci yılında Ahav oğlu Yoram Samiriye’de İsrail Kralı oldu ve on iki yıl krallık yaptı.  Yoram RAB’bin gözünde kötü olanı yaptıysa da annesiyle babası kadar kötü değildi. Çünkü babasının yaptırdığı Baal’ı simgeleyen dikili taşı kaldırıp attı.  Bununla birlikte Nevat oğlu Yarovam’ın İsrail’i sürüklediği günahlara o da katıldı ve bu günahlardan ayrılmadı. Moav Kralı Meşa koyun yetiştirirdi. İsrail Kralı’na her yıl yüz bin kuzu, yüz bin de koç yünü sağlamak zorundaydı.  Ama Ahav’ın ölümünden sonra, Moav Kralı İsrail Kralı’na karşı ayaklandı.  O zaman Kral Yoram Samiriye’den ayrıldı ve bütün İsrailliler’i bir araya topladı. Yahuda Kralı Yehoşafat’a da şu haberi gönderdi: “Moav Kralı bana başkaldırdı, benimle birlikte Moavlılar’a karşı savaşır mısın?” Yehoşafat, “Evet, savaşırım. Beni kendin, halkımı halkın, atlarımı atların say” dedi.  Sonra, “Hangi yönden saldıralım?” diye sordu.Yoram, “Edom kırlarından” diye karşılık verdi. İsrail, Yahuda ve Edom kralları birlikte yola çıktılar. Dolambaçlı yollarda yedi gün ilerledikten sonra suları tükendi. Askerler ve hayvanlar susuz kaldı.  İsrail Kralı, “Eyvah!” diye bağırdı, “RAB, Moavlılar’ın eline teslim etmek için mi üçümüzü bir araya topladı?” Yehoşafat, “Burada RAB’bin peygamberi yok mu? Onun aracılığıyla RAB’be danışalım” dedi.İsrail Kralı’nın adamlarından biri, “Şafat oğlu Elişa burada. İlyas’ın ellerine o su dökerdi” diye yanıtladı. Kral Yehoşafat, “O, RAB’bin ne düşündüğünü bilir” dedi. Bunun üzerine Yehoşafat, İsrail ve Edom kralları birlikte Elişa’nın yanına gittiler. Elişa İsrail Kralı’na, “Ne diye bana geldin?” dedi, “Git, annenle babanın peygamberlerine danış.” İsrail Kralı, “Olmaz! Demek RAB üçümüzü Moavlılar’ın eline teslim etmek için bir araya toplamış” diye karşılık verdi. Elişa şöyle dedi: “Hizmetinde olduğum, Her Şeye Egemen, yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, Yahuda Kralı Yehoşafat’a saygım olmasaydı, sana ne bakardım, ne de ilgilenirdim. Şimdi bana lir çalan bir adam getirin.”Getirilen adam lir çalarken, RAB’bin gücü Elişa’nın üzerine indi. Elişa şöyle dedi: “RAB diyor ki, ‘Bu vadinin başından sonuna kadar hendekler kazın. Ne rüzgar göreceksiniz, ne yağmur. Öyleyken vadi suyla dolup taşacak. Sizler, sürüleriniz ve öteki hayvanlarınız doyasıya içeceksiniz. RAB için bunu yapmak kolaydır. O, Moavlılar’ı da sizin elinize teslim edecek. Onların önemli surlu kentlerinin tümünü ele geçireceksiniz. Meyve ağaçlarının hepsini kesecek, su kaynaklarını kurutacak, verimli tarlalarına taş dolduracaksınız.’ ” Ertesi sabah, sununun sunulduğu saatte, Edom yönünden akan sular her yeri doldurdu. Moavlılar kralların kendilerine saldırmak üzere yola çıktıklarını duydular. Genç, yaşlı eli silah tutan herkes bir araya toplanıp sınırda beklemeye başladı. Ertesi sabah erkenden kalktılar. Güneş ışınlarının kızıllaştırdığı suyu kan sanarak, “Kan bu!” diye haykırdılar, “Krallar kendi aralarında savaşıp birbirlerini öldürmüş olsalar gerek. Haydi, Moavlılar, yağmaya!” Ama Moavlılar İsrail ordugahına vardıklarında, İsrailliler saldırıp onları püskürttü. Moavlılar kaçmaya başladı. İsrailliler peşlerine düşüp onları öldürdüler.  Kentlerini yıktılar. Her İsrailli verimli tarlalara taş attı. Bütün tarlalar taşla doldu. Su kaynaklarını kuruttular, meyve ağaçlarını kestiler. Yalnız Kîr-Hereset’in taşları yerinde kaldı. Sapancılar kenti kuşatıp saldırıya geçti. Moav Kralı, savaşı kaybettiğini anlayınca, yanına yedi yüz kılıçlı adam aldı; Edom kuvvetlerini yarıp kaçmak istediyse de başaramadı. Bunun üzerine tahtına geçecek en büyük oğlunu surların üzerine götürüp yakmalık sunu olarak sundu. İsrailliler bu olaydan doğan büyük öfke karşısında oradan ayrılıp ülkelerine döndüler.

Üstteki pasajın tamamı Moav kralının oğlunu nasıl yakmalık sunu olarak putperest Tanrı’sına sunduğunu anlatır. Oğlunu bu şekilde kurban etmesi Moav kralının savaş alanındaki yenilgisinin ne derece umutsuz bir şekilde sonuçlandığının göstergesi olmuştur. Moav kralı bu hareketi ile savaş meydanında halkına yenilgiyi önlemede ne derece kararlı olduğunu ve putperest Tanrı’sını da onurlandırmak istediğini herkese göstermek için hiç çekinmeden yapmıştır. Böylece Moav kralının bu radikal kararlılığı İsrail, Yahuda ve Edum krallıklarının Moav kralını tamamen yenemeyeceklerine ikna etmiştir.

  • Kitab-ı Mukaddes içerisinde insan kurbanın genel çerçevesi
“İshak’ın kurban edilmesi”, Caravaggio, 1603, Yağlıboya

İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmesi Rab tarafından istenmesine karşın böyle bir şeye Tanrı izin vermemiştir. Kral Davut zamanında Saul’un ve yedi çocuğunun Rab’be kurban edilmesi ise Givonlular’ın bir isteği olarak sunulmuştur ve Rab’de sözünü tutmayan Saul’un Givonlular’a saldırıp onları ortadan kaldırması üzerine Kral Davud’un şehrine seneler süren bir kıtlığı ceza olarak vermiştir ve Saul ile yedi çocuğunun Givonlular’ın isteği üzerine kurban edilmesi sonucu Rab, İsrail halkının sesini duymuş ve onları bereketlendirmiştir. Yiftah’ın kızını kurban etmesi ise onun verdiği yemin üzerine olan bir durumdur. Amurlular’ı yenmeyi Rab’den dileyen Yiftah, galibiyeti İsraillilere yaşatmış fakat kızını Rab adına yemini üzerine kurban etmiştir. Yeni Ahit‘te ise insan kurbanı ile ilgili bir pasaj bulunmaz lakin İsa’nın, insanlığın günahları adına kurban edilişi esasen yine Rab’be sunulan bir sunudur. Bunu doğrulayan birçok benzetme ve pasaj bulunabilir (İsa’nın kuzu olarak ifade edilmesi vs. gibi)

Dolayısıyla Eski Ahit’te yer alan insan kurbanlarının genel çerçevesi bizlere Kitab-ı Mukaddes içerisinde Rab’bin insan kurbanına hiçbir zaman izin vermediği ve bunu kınadığını açıkça ifade etmektedir. Bu kınamaların geçtiği pasajlar aşağıdaki gibidir;

Levililer 18:21; “İlah Molek’e ateşte kurban edilmek üzere çocuklarından hiçbirini vermeyeceksin. Tanrın’ın adına leke getirmeyeceksin. RAB benim”

Levililer 20:1-5; “RAB Musa’ya şöyle dedi:  “İsrail halkına de ki, ‘İsrailliler’den ya da aranızda yaşayan yabancılardan kim çocuklarından birini ilah Molek’e sunarsa, kesinlikle öldürülecek. Ülke halkı onu taşlayacak. Kim çocuğunu Molek’e sunarak tapınağımı kirletir, kutsal adıma leke sürerse, ona öfkeyle bakacağım. Onu halkımın arasından atacağım.  Adam çocuğunu Molek’e sunar da, ülke halkı bunu görmezden gelir, onu öldürmezse,  adama ve ailesine öfkeyle bakacağım. Hem onu, hem de bana ihanet edip onu izleyerek Molek’e tapanların hepsini halkımın arasından atacağım.”

Yasa’nın Tekrar 18:29-32; “Tanrınız RAB topraklarını alacağınız ulusları önünüzden yok edecek. Topraklarını miras alıp orada yaşadığınızda  ve onları yok ettiğinizde, onların tuzaklarına düşmekten sakının. İlahlarına yönelip, ‘Bu uluslar ilahlarına nasıl tapıyorlardı? Biz de aynısını yapalım’ demeyin. Tanrınız RAB’be bu biçimde tapınmayacaksınız. Onlar ilahlarına RAB’bin tiksindiği iğrenç şeyler sunuyorlar. Oğullarını, kızlarını bile yakarak ilahlarına kurban ediyorlar. “Size bildirdiğim bütün buyruklara iyice uyun. Bunlara hiçbir şey eklemeyin, hiçbir şey çıkarmayın.”

Hezekiel 16:20-21; “ ‘Bana doğurduğun oğulları, kızları alıp yiyecek olarak putlara kurban ettin. Fahişelik etmen yetmiyormuş gibi,  çocuklarımı kesip sunu olarak ateşte putlara kurban ettin.

Hezekiel 20:30-31; “Bu nedenle İsrail halkına de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Atalarınız gibi siz de kendinizi kirletecek misiniz? Onların putlarına gönül verecek misiniz?  Şimdiye dek oğullarınızı ateşte kurban edip sunularınızı sunmakla, putlarınızla kendinizi kirlettiniz. Öyleyken gelip bana danışmanıza izin verir miyim, ey İsrail halkı? Varlığım hakkı için diyor Egemen RAB, bana danışmanıza izin vermeyeceğim.”

Yeremya 7:30-31; “ ‘Yahuda halkı gözümde kötü olanı yaptı, diyor RAB. Bana ait olan bu tapınağa iğrenç putlarını yerleştirerek onu kirlettiler.  Oğullarını, kızlarını ateşte kurban etmek için Ben-Hinnom Vadisi’nde, Tofet’te puta tapılan yerler kurdular. Böyle bir şeyi ne buyurdum ne de aklımdan geçirdim.”

  • KUR’AN’DA KURBAN ETMEK

Kurban sözcüğünün kısaca etimelojisi, tarihi ve detaylı bir şekilde İslam dinindeki yerini inceleyelim.

Kurban, sözcük Arapça bir sözcük olup yaklaşmak anlamında kullanılır bedevi dilinde. Bu terim anlamının yanı sıra teolojik olarak Kur’an’da, Allah’ı razı etmek, O’na yaklaşmak için yapılan her türlü amel olarak kullanılmıştır. Fakat hatalı yorumlama neticesinde “Allah’a yakınlık sağlamak amacıyla belli bir vakitte belirli cins ve nitelikteki hayvanı kesme” ve “bu amaçla kesilen hayvana verilen ad” şeklinde bilinir ve kullanılır olmuştur. Görüldüğü üzere her zaman olduğu gibi sözcüklerin asıllarına uygun şekilde anlaşılması ve yorumlanmaması sonucu büsbütün bir hatanın süregelmesini de kaçınılmaz kılmıştır.

Kurban ritüelinin kısa tarihçesine bakarsak elbetteki insanlık tarihi kadar eski bir ritüel. Kesin olarak ne zaman başlandığı bilinmeyen bu durum teolojik kitaplarda oldukça eskilere kadar geriliyor. Eski kabileleri incelersek hemen hemen hepsinde bir sunu ritüeline rastlamak kaçınılmaz olmuştur. Bu kabile üyesi de olabilirken bir hayvan da olabilmekteydi. Hatta bebekler, çocuklar. Her kabilenin veya uygarlığın kendine has tanrıları ve putları olmuş dolayısıyla da kendilerine özgü adetleri, ritüelleri de. Kısacası her inançta bir kurban ritüeline rastlamak kaçınılmazdır. En kadim olgulardan biri olmuştur.

Konun bu kısmı ile ilgili detaylı yazı linkteki post’tan okunabilir; TARİHSEL SÜREÇTE İNSAN VE HAYVAN KURBAN ETME RİTÜELİ

  • İslam’da Kurbanın Yeri ve Şekli

Kurbanın kaynaklarını Kur’an’a dayandırmak için ilm-i hal ve fıkıh kitapları sözcüklerin tefsir ve tercümesinde farklılığa giderler. Bu delil ve dayanakları aşağıda sıralayalım;

  • Kevser suresindeki ve-nhar emri, kurban kes diye tercüme ve tefsir edilir.
  • Kurbanın İbrahim’den gelme bir sünnet olduğu kabul edilip, İbrahi’in özverisinin konu edildiği Saffat 83- 113. ayetlerini İbrahim peygamberin oğlunu Allah’a kurban olarak kesmeye çalıştığını ileri sürülür.
  • Hacc Suresi 34-37 âyetlerinin kurbandan bahsettiğini iddia edilir.
  • Maide 27- 32’de  konu edilen olaya hitaben,  kurbanın   Âdem peygamberden beri var olan bir ibâdet tarzı olduğu kabul edilir, böylece de kurbanın Kur’ân’ kaynaklı olduğuna inanılır.

Üstte ileri sürülen bu sözde Kur’an’i dayanaklar ne yazık ki Kur’an’da dolayısıyla İslam’da geçen kurban ile bir alakası bulunmamaktadır. Çünkü yanlış daha ayetlerin tefsir ve tercümelerinden başlamakta ve ilerlemektedir. Bahsi geçen bu pasajlara yönelik detaylı incelememizi yapalım.

  • Kevser Suresi

Tarihi ve dini kaynaklar bizlere Peygamberimizin ilk günden itibaren kendisini hafife ve alaya almaları sebebiyle kurduklar tuzaklara ve hilelere maruz kalmışladır. Bunlardan biri de Peygamberimizin soyunu devam ettiremeyeceği alaylarından biridir. O zamanlarda ailedeki kız çocukları evlattan sayılmaz ve değer görmez idi çünkü soyu devam ettiren erkek idi ve onlar el üstünde tutulurken sadece kız çocuğa sahip olup erkek çocuğa sahip olmayanlar hor görülürdü.  Peygamberimizin Hadice’den doğma oğulları Kasım ile Abdullah ölünce, başta As b. Vâil es- Sehmî, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ukbe b. Ebî Mu’ayt gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri olmak üzere peygamberimizin hasımları bu olayı malzeme yaparak O’nu horlamaya yeltenmişlerdi. Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın O’nun ölümü ile biteceğini, çünkü oğulları öldüğüne göre davanın takipçisi kalmadığını düşünerek peygamberimiz hakkında “Bırakın o’nu, o’nun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz” diyerek temennilerini haber yaparlar ve bu durum da peygamberimizi oldukça üzerdi. Kevser Suresi de işte üzülen Peygambere destek ve metanet sağlaması amacıyla indirilmiş bir suredir.

Kevser 1-3; “Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!

Peygamberimize verilen kevser: bol nimet ise yine Kur’an’da; Duha, İnşirah ve Hıcr surelerinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Duha 1-11; “Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örtüşün, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak. Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? O hâlde yetimi perişan etme/daha da kötüleştirme! İsteyeni/soranı azarlama. Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!

İnşirah 1-8;Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi? Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var. O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla. Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt.

Hicr 87; “Andolsun ki Biz sana katmerli katmerli nice nimetleri ve büyük Kur’ân’ı verdik.

Üstteki pasajlardan anlıyoruz ki; bol minet, “Kur’an ve sıradan birisi iken seçilip peygamber yapılması; yetim iken barınağa kavuşturulması; dosdoğru yol dışında biriiken doğru yola kılavuzlanması; dar gelirli iken zenginleştirilmesi; sıkıntılı ilen göğsünün açılması, ferahlatılması; yükü ağır iken ağır yükünün hafifletilmesi; adı unutulacak iken adının, sanının ve şanının yüceltilmesi”dir.

Hakkı Yılmaz’ın mealinde “karşılaşacağın zorlukları göğüsle!” diye çevirdiği sözcüğün orijinali “nahr” dır. Nahr sözcüğü klâsik eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan “kurban kes” şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, “ğalât-ı meşhur, fasih lisana yeğdir (meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline tercih edilir)” kuralına tamı tamına denk düşen bir uygulamadır. Ne var ki, yapılan ğalâtın/hatanın sürdürülmesi edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak kadar büyük bir sakıncadır. Ve anlamın bozunmaya uğraması uygulamayı etkileyecek ve sorunu daha da büyütecektir.

Kadim lügatlara göre isim olarak kullanıldığında “göğüs, gerdan” anlamına gelen nahr sözcüğü, mastar olarak kullanıldığında  Araplar arasında “eli göğse değdirmek, göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek” anlamlarına kullanılır olmuştur. Türkçedeki “intihar” sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir. Sözcük ayette venhar emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi gerekir.

Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı “elini göğsüne değdir“ emridir. İmam-ı Şafiivenhar emrini “kurban kes” ya da “deve kes” olarak değil, “ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada uyarlar.

Şii müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivâyetleri dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu şekilde uygulamışlardır.

Ebû Hanife’nin bu ayeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu nedenle de konu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.

Kimileri de aynı emri, namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.

Sonuç olarak bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere yönelik olarak ortaya konduğuna dikkat edilmelidir. Oysa ayette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret veya ipucu bulunmamakta.

Sözcüğün terim anlamını baz alırsak “elini göğsüne değdir” namaza başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle “Allahu Ekber (Allah her şeyden daha büyüktür)“ derken ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını ifade eder. Yaptığımız bu hareket, Allah’tan başka her şeyi arkaya attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sûre peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah’ın bu emirle peygamberimizden istediği, hakkında çıkarılan kin dolu söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları, düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesidir.

Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı “göğüslemek, göğüs göğse gelmek” demektir. Sözcüğün asıl ve en fazla kullanılan anlamı zaten bu anlamdır. Arap şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca “evleri göğüs göğse (karşı karşıya)” deyiminde de bu anlamda kullanılmıştır.

Buna göre Peygamberimize dolayısıyla Mü’minlere, “sabırlı olma, her türlü sıkıntının göğüslenmesi” emredilmiş olmaktadır.

Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise “deveyi göğsünden hançerle kesmek” demektir. Bu anlam içinde “kurban” sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, ayetten “kurban kes” veya “deveyi kurban kes” gibi anlamlar çıkmaz. Sadece “deveyi göğsünden hançerle  kes” anlamı çıkar. Bu takdirde ayetin anlamı, “Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, salat et ve deveyi göğsünden hançerle kes!” olur.

O zamanlar peygamberimize böyle bir emir, kasaplık yapması şeklinde olacaktır ki bu da oldukça anlamsızdır. Zira bu sûre indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu değildir.

Kevser Sûresi’nin 15. sırada indiğini bilenler ve sûre ile ayeti o ortama göre ele alanlar venhar emrinden kesinlikle “kurban kes” anlamını çıkarmazlar.

Ragıb el İsfehânî, Müfredât adlı eserinde nahr’ı hac esnasında Mina’da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak hedy’den bahseden Bakara Sûresi’nin 196; Mâide Sûresi’nin 2, 95, 97. ve Feth Sûresi’nin 25. ayetleri henüz inmemiştir.  Çünkü bu ayetler, Medenî’dir. Dolayısıyla Kevser Sûresi indiği sırada hac ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına rağmen Ragıb’a göre de nahr hacda kesilen hediyenin dışında bir şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle bir ilgisi yoktur.

Kimileri, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kurban konusunu İbrâhîm peygambere bağlarlar ve o’nun oğlunu kurban edişini konu alan birçok Kur’ân dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek detaylara girerler. Oysa Sâffât Sûresi’nin 83–113. ayetlerine baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Bazıları da Mâide Sûresi’nin 27–31. ayetlerindeki “iki âdemoğlu” kıssasından yola çıkarak kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.

Müslümanların nerede ve ne amaçla hayvan keseceği, Hacc Sûresi’nin 34–38. ayetlerinde açıklanmıştır.

Sonuç olarak bu tahliller ışığında Kevser Sûresi’nin  anlamı,  ” Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!” olacaktır.

  • Rivayetlerdeki Haliyle Kurban

Kurban ile ilgili Kütüb-ü Sitte’de 26 rivayet bulunmaktadır. Ama bunların çoğu aynı rivayetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır. Bu rivayetlerin hepsinde konu edilen kurban ve kurban ile ilgili bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu hedy’e (Hacda hacıların hediye olarak kestiği hayvana) yöneliktir. Yoksa bayram günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir. Rivâyetlerin ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke’de bu sûrenin indiği dönemlerde, ne de Medine’de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir kurban olayı anlatımı da söz konusu değildir. Dolayısıyla ayetler indiği zaman Mekke’de peygamberimiz ve o günkü Müslümanlar kurban kesme gibi bir ibadeti kesinlikle yapmamıştır.

Kaldı ki Mü’minler, sene de bir kez bayramla, törenle, şölenle değil her an, toplumda kardeşliği, yardımlaşmayı ve dayanışmayı pekiştirmek, sosyal adaletin tesisinde yardımcı olmak, et alma imkânına sahip olmayanların et yeme imkânı sağlamak, zenginlerde yardımlaşma ve paylaşma duygusunu sağlamak ve uygulamak zorundadırlar.

  • İslam Dininde Kurbanın Yeri

Kur’an’a bakıldığı zaman insan, kendisini Allah’a yaklaştıracak amellerin neler olduğu açıkca görülebilir.

Alak 19; “… Sen Rabbine boyun eğip teslim ol ve yaklaştırıl/Rabbin seni Kendine yaklaştırsın.”

Vakıa 10-12; “Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır. İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler. Öne geçenler ise şu ayetlerde açıklanmıştır.”

Fatır 32-33; “Sonra Biz, Kitab’ı kullarımızdan, süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan bazıları kendilerine haksızlık eden, bazıları orta yolu tutan/ikili oynayan, bazıları da Allah’ın izniyle/ bilgisiyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu, büyük armağanın; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. 34,35Onlar orada, “Tüm övgüler, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi armağanlarından, kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç olmayan, durulacak bu yurda girdiren Allah’a özgüdür; başkası övülemez. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir” derler.”

Tevbe 100; “100.Muhacir ve Ensar’dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.”

Mü’minun 57-61; “Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O’ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir.”

Haşr 7-8; “Allah’ın, o kent halkından, Elçisi’ne verdiği fey’ler (savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler), içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve Elçisi’ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır.”

Bütün tahliller sonrası kurbanın Müslümanlar için önemini özetlersek; Kişiyi Allah’a yaklaştıracak eylem, secde  (Allah’a tam anlamıyla boyun eğme), hayırlarda hep ön planda olma, gerektiğinde maldan, yurttan olma, mal ve can ile Allah’a yardım etme (Allah yolunda uğraşı verme) olacaktır.