KİTAB-I MUKADDES İLE KUR’AN’DA YASAKLARIN İNCELENMESİ VE TARİHSEL SÜREÇ

  • LEŞ
Ölmüş bir hayvan cesedi

Ölmüş bir hayvanın cesedi sayısız bakteri ve virüse ev sahipliği yapmaktadır. Doğada bir aslanın veya kurtun avladığı ve bıraktığı bir hayvanın etinin yenmesi hem onu parçalayan hayvanın taşıdığı bakterilere hem de o hayvanın taşıdığı ve de bekleyen etin zamanla parazitlenmeye başlaması ile o etin yenmeden önce pişirilmesi dahi o eti steril hale getirmeyecek ve yine sağlık sorunları ortaya çıkacaktır. Dahası bir hayvanın kesilmesinin de belli yöntemleri vardır. Hayvanlar doğru bir yöntem ile kesilmezse hayvanın kanı etin içerisinde hapsolacaktır. Eski Ahit’te bu yüzden boğulmuş hayvanların yenilmesi yasaklanmıştır. Çünkü bu şekilde ölen hayvanlar ölürken vücutlarındaki kanı düzgün bir şekilde bırakamazlar. Dolayısıyla kanlı et de insan için zararlıdır. Elektirikle şoklanarak kalbi durdurulmuş, boğulmuş, kendiliğinden (hastalık vs.) ölmüş veya öldürülmüş hayvanlar, vücutlarındaki litrece kanı kesilmedikleri için dışarı akıtamadan vücut içerisinde kas dokularına yayılacak ve etin içerisinde bakteri ve parazitlerin üremesine yol açacaktır. Bu yüzden bir hayvanın kesilerek öldürülmesi önem arz eder.

  • ESKİ AHİT (TEVRAT) İÇERİSİNDE

Elçilerin İşleri 15:28-29; Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız. Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”

Yasa’nın Tekrarı 14:21;Kendiliğinden ölen hiçbir hayvanın etini yemeyeceksiniz. Ölü hayvanı yemesi için kentlerinizde yaşayan bir yabancıya verebilir ya da öteki yabancılara satabilirsiniz. Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. “Oğlağı anasının sütünde haşlamayın.”

Levililer 5:2; ” ‘Biri bilmeden kirli sayılan herhangi bir şeye, yabanıl, evcil ya da küçük bir hayvan leşine dokunursa, kirlenmiş olur ve suçlu sayılır.”

Levililer 17:15; ” ‘Yerli olsun, yabancı olsun ölü bulduğu ya da yabanıl hayvanların parçaladığı bir hayvanın leşini yiyen herkes giysilerini yıkayacak, kendisi de yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Ancak bundan sonra temiz sayılacaktır.”

Levililer 22:8; “Ölü bulunmuş ya da yabanıl hayvanlar tarafından parçalanmış bir leşi yiyerek kendini kirletmeyecektir. RAB benim.”

  • YENİ AHİT (İNCİL) İÇERİSİNDE

Sağolsun, Aziz Pavlus ve diğer evangelistler Yeni Ahit’te bütün yeme-içme kurallarını değiştirdiklerinden leş ile alakalı da bir yasak bulunmuyor. Fakat özellike rahipler için şöyle bir pasaj geçmekte ilginç olarak;

Hezekiel 44:31; “31 Rahipler ölü bulunmuş ya da yabanıl hayvan tarafından parçalanmış hiçbir kuş ya da hayvan yemeyecek.’ 

Neden özellikle rahipler için böyle bir şey belirtilmekte belli değil. Kısmi de olsa Eski Ahit’te yenilenen tek yeme-içme ile alakalı kural hayvan leşidir.

  • KUR’AN İÇERİSİNDE

En’am 145; De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir–yahut Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Nahl 115; Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.”

Bakara 173; O size, sadece ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

Maide 3; “Size leş, kan, domuzun eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın. Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm’a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

  • KAN

Ayetlerde kan da belirtilmekte. Akla gelebilir; Acaba Araplarda kan içme gibi bir adet mi vardı da Tanrı/Allah böyle bir yasak getiriyor? Cevap, hayır. Fakat bu yasak sadece 6. Yy’da gelmiş bir yasak değil ki zaten. İsrailoğulları’ndan beri bilinen bir yasak bu zaten. Tarihe baktığımız zaman bazı insanların genç kalabilmek bazılarınınsa hastalıklarını iyi edebilmesi için insan kanı içtiklerine rastlıyoruz. 1500 ve 1600‘lü yıllarda, rahiplerden tutun soylulara ve hatta doktorlara kadar pek çok kişi, epilepsi ve baş ağrısı gibi sorunları çözmek adına kan içimini onaylıyor ve kendileri de kullanıyordu. Ayrıca kanın gençlik enerjisi verdiği ve yaşlanmayı yavaşlattığı düşünülüyordu.

Elizabeth Báthory’un portresi, Anthonie Blocklandt van Montfoort

Elizabeth Bathory, 16. Yy’da kendisi genç kalmanın sırrının genç kızların kanları içerisinde banyo yapmaktan geçtiğini düşünerek sayısız bakire kıza türlü türlü işkenceler yaparak kanlarını akıtmış Macaristanlı bir seri katil. Öldürdüğü insanların sayısı dahi tartışmalı bir muamma. Hizmetçisi bu rakamı 650 olarak verirken resmi olan rakam 80. Öldürmeye, işkence etmeye 1590–1609 yılları arasında başladığı belirtiliyor. İç güzelliği için de kanları içildiği bilinmekte. Epilepsi ve şizofreni rahatsızlıkları konulan kontes, daha sonra soyluların kızlarını da saraya hapsedilince yakalanıyor ve şatosunda yatak odasında ölüme mahkum ediliyor. Sadece küçük bir delikten yemek-su ve ışık alarak dört yıl yaşayıp, frengiden 50’li yaşlarda hayatını kaybediyor.

Solda sağlıklı bir insan kalbi sağda ise aşırı demir alımına sahip bir insan kalbi

Geçmişte bilinen bir takım vakalara karşın günümüzde dahi kan içme vakalarına rastlanabilmekte. Aslında insanlardaki bu kan içme dürtüsü bir anomali. Wayne Tikkanen daha sonrasında bu anomaliyi tespit ederek “Porfiria” olduğunu yazmıştır. Seyrek rastlanan bir anomali olarak, diş etlerinde çekilme, ışığa karşı duyarlılık gibi etkilerle kendisini gösteriyor. Kan içemediği zaman hasta psikolojik olarak girdiği bunalım ve çaresizlik sonucu akli dengesini kaybetmeye başlıyor. Peki, kan içmek insana zarar verir mi, ne gibi sorunlara yol açar? Kan demir bakımından oldukça zengindir. Kan içmek zehirlemez fakat alımı ile zamanla biriken demir sizi haemochromatosis adı verilen hastalığa sürükleyecektir. Fazla miktarda biriken demir ise vücutta  karaciğer sorunlarına, akciğerde sıvı birikmesine, susuzluğa, düşük kan basıncına ve sinir hastalıklarına neden olacaktır. Kaldı ki kan aynı zamanda içerisinde bilemeyeceğimiz kadar patojenlere ev sahipliği yapar. Yani salgın hastalıkların çoğu yalnızca kan yolu ile bulaşabilmektedir. Günümüzde günde birkaç çay kaşığı veya çorba kaşığı insan kanı tüketenler mevcut. Doktorlar her ne kadar böyle bir şeyi önermesede içen kimseler psikolojik olarak ağrılarını alıp onları rahatlattıkları için bunu sürdürdüklerini dile getiriyorlar. Tabii içtikleri kan herhangi bir kan değil testlere tabi tutulmuş kan rezervleri. Ne olursa olsun mantıklı bir hareket olamıyor kan içe eylemi. Sadece insanlar değil hayvanlar açısından dahi durum aynı. Çünkü onlarda da aşırı demir ile vücudun bu demiri dışarı atamaması, kullanamaması sağlık sorunlarını ortaya çıkaracaktır. Hayvanlar aleminde bilinen vampir yarasalar dahi hayvanlardan aldıkları kanı o hayvanın dahi hissedemeyeceği küçüklükte kesikler ile alırlar ve onlarda çok az miktarda alırlar ki onların sindirim sistemlerindeki mukozalar biriken demirin yönetilmesini sağlarlar. İnsanların demir’e elbette ki ihtiyaçları vardır fakat bu direk olarak demir’in tüketilmesi ile sağlanamaz. Ayrıca insan midesi evrim sürecinin bu döneminde kan içmeye de müsait değildir. Yani kan içildiği zaman bünyemiz bulantıdan dolayı onu dışarı atacaktır. Nasıl midemiz evrim sürecinde çiğ et yemeye alışmamışsa kan için de durum aynıdır. Tabii ki evrim sürecinin ilk halkalarında atalarımızın farklı coğrafyalardaki gelişim sürecinde ateşin işlevi keşfedilmeden önce çiğ et yemekte ve dolayısıyla kan da yemiş olmaktaydı fakat bunun da bedelini saatler süren sindirim süreci ve yine bu esnada tüketilen enerji kaybı ile ödüyorlardı. Ateşin işlevinin keşfi ile artık çok daha kısa sürede sindirilen besinler bizlere çok daha az enerji kaybı olarak döndü ve bu süreçte kârlı çıktık.

Kan hücreleri

Sonuç olarak kan içmek/yemek; bir anomali olup hastalıktır ve de tüketimi vücut içerisinde demir birikmesiyle haemochromatosis adı verilen aşırı demir tüketimine sebep olup ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Kan, vücut içerisinde hayat veren bir madde iken, vücut dışarısına çıktığı zaman tam tersi, bakteri ve virüslerin çoğalmasına sebebiyet verecektir.

  • ESKİ AHİT (TEVRAT) İÇERİSİNDE

Levililer 17:1012;İsrail halkından ya da aralarında yaşayan yabancılardan kim kan yerse, ona öfkeyle bakacağım ve halkımın arasından atacağım. 11 Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan yaşam karşılığı günah bağışlatır. 12 Bundan dolayı İsrail halkına, Sizlerden ya da aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse kan yemeyecek, dedim.”

Yaratılış 9:4; “Yalnız kanlı et yemeyeceksiniz, çünkü kan canı içerir.”

Levililer 7:27; Kan yiyen herkes halkımın arasından atılacak.’ “

Levililer 7:26; “Nerede yaşarsanız yaşayın, hiçbir kuşun ya da hayvanın kanını yemeyeceksiniz.”

Levililer 17:10; ” ‘İsrail halkından ya da aralarında yaşayan yabancılardan kim kan yerse, ona öfkeyle bakacağım ve halkımın arasından atacağım.”

Levililer 17:12; “Bundan dolayı İsrail halkına, Sizlerden ya da aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse kan yemeyecek, dedim.

Levililer 17:14;Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Bundan dolayı İsrail halkına, Hiçbir etin kanını yemeyeceksiniz, dedim. Çünkü her canlıya yaşam veren kandır. Onu yiyen halkın arasından atılacaktır.”

Yasa’nın Tekrarı 12:16; “Ancak kan yemeyeceksiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız.”

Yasa’nın Tekrarı 12:23;Ama kan yememeye dikkat edin. Çünkü ete can veren kandır. Etle birlikte canı yememelisiniz.”

Yasa’nın Tekrarı 12:24; “Kan yememelisiniz; kanı su gibi toprağa akıtacaksınız.”

Yasa’nın Tekrarı 12:25; “Kan yemeyeceksiniz. Öyle ki, size ve sizden sonra gelen çocuklarınıza iyilik gelsin. Böylece RAB’bin gözünde doğru olanı yapmış olursunuz.”

Yasa’nın Tekrarı 15:23;Ancak kan yemeyeceksiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız.”

  • YENİ AHİT (İNCİL) İÇERİSİNDE

Elçilerin İşleri 15:28-29; Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız. Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”

Elçilerin İşleri 15:20; “Ancak putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.”

Elçilerin İşleri 21:25; “Öteki uluslardan olan imanlılara gelince, biz onlara, putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanlardan ve fuhuştan sakınmalarını öngören kararımızı yazmıştık.”

  • KUR’AN İÇERİSİNDE

En’am 145; De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir–yahut Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Nahl 115; Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.”

Bakara 173; O size, sadece ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

Maide 3; “Size leş, kan, domuzun eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın. Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm’a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

  • İnsan ve Hayvanların Kurban Edilmeleri
Antik Romalılar hayvanları sunağa doğru götürürken

Kurban ritüeli çok ama çok eskilere dayanan bir ritüel olmuştur. Tarihi süreçte değerlendirme yapıldığı vakit özellikle insan kurban etme ritüeli Neolitik Çağ ve göreçe toplumlar ile ilişkilendirilmiştir. Sadece hayvanlar değil insanlar dahi Tanrı’lar adına adak olarak sunaklarda kurban ediliyordu. Sebebi ise genel olarak Tanrıların hoşnut olmalarını sağlamak ve onların gazabından korunmaktı. Tanrılar dışında kabilelerin, uygarlıkların liderlerine karşı olan bağlılıkları ve minnetlerini gösterme şekli olarak uygulanmıştır geçmişte. Ayrıca spirütüel nedenler, açıklanamayn doğa olayları, kıtlık, zafer ve hatta kısıtlı kaynakların orantılı dağıtılması sebebiyle dahi insanlar kurban edilmişlerdir. Bu kurban olma/edilme durumu çok farklı uygulamalara sahiptir; diri diri yakılmak, zehir içmek, parça parça kesilmek, sunaklarda infaz edilmek, diri diri gömülmek, soğukta donarak ölmeye terk etmek, kafanın gövdeden ayrılması, kalbin yerinden sökülmesi, mumyalanmak ve dahası. İnsan kurban etme ritüelini uygulayan kimi antik uygarlıklarda yamyamlıkta görülmüştür. Bu kimi zaman yapılan ritüelin bir parçası veya muhtemelen kaynak kıtlığı yüzünden uygulanmıştır.

Kimi zaman zorla kimi zaman isteyerek, kimi zaman başkalarının yardımıyla kimi zaman kendi başına. Burada önemli olan bunların antik zamanlarda tamamen normal karşılanan manevi pratikler olduğu gerçeğidir. Yani bu antik uygarlıklar bunu yapmak zorunda oldukları inancındalardı. Demir çağına gelindiğinde ise insan kurbanları Avrasya ve Afrika kıtalarına göre çok daha az yaygın hale gelmiş, Greko-Romen çağına gelince ise barbarca bir uygulama olarak nitelendirilir olmuştur. Amerika kıtasında insan kurban etmek Avrupa’nın Amerika kıtasını kolonileştirmesine değin değişen miktarlarda devamlılığını sürdürmüştür.

Modern zamanlarsa ise hayvan kurban etme ritüeli dahi barbarca görülmüş ve bazı inançlar içerisinde yok olmuştur. İnsan kurbanı ise ekstrem derecede nadir bir hal almıştır. Çünkü bu tür bir eylem artık vahşice ve yasal olarak cinayet olarak nitelendirilmektedir. Günümüzde bir topluluk içerisinde insan kurban etmek ritüelistik cinayet olarak nitelendirilmektedir.

  • ŞARAP/ALKOL
Gürcistan’da bulunan dünyanın en eski şarap testisi. Günümüzden 8000 yıl öncesine tarihleniyor.

Şarap adı altında temel alınan alkollü içeceklerin toplamıdır. Çünkü şarap pek ala zihni uyuşturan alkollü içeceklerden biridir. “Şarap kullanımı” ile, insanlar üzerinde uyuşturucu etki gösteren her türlü madde olarak anlaşılması daha yerinde olur.

Şu ana kadar bilinen es eski “alkollü içeçek” kalıntıları odö. 9000‘li yıllara uzanıyor. Kuzey Çin‘in Henan eyaletinde Jiahu Neoletik Köyü’nde bulunan çanak, çömlek ve kavanoz kalıntıları içerisinde emili halde kalan antik organik maddeler, kimyasal analizler ile onların bir çeşit; pirin, bal ve meyvelerden oluşturularak fermantasyona uğratılmış bir içecek olduğunu gösteriyor. Orta Doğu‘da arpa birası ve üzüm şarabıda bu kalıntıları takip eden diğer fermente içecekler olmuştur.

Lapus Luzuli’de bulunan Sümerlilere ait “Silindir Mühür” tableti. Sümerliler bir kazan veya çömlekten kamış yardımı ile bir şeyler içerken (çok yüksek ihtimalle arpa birası)

Öte yandan yabani üzüm şarabı ise Gürcistan’da yapılan çalışmalara göre odö. 6000 yılına kadar uzanıyor.  İran için 5400, Mısır için 3150, Babil için 3000, Meksika için 2000 ve Sudan içinse 1500’e tarihleniyor.

Alkolün tıbbi olarak kullanımına ise yine odö. 2100 yıllarına dayanan Sümer tabletleri ve Mısır metinleri kaynak oluyor. Odö. 1 Yy’da ise Romalılar ve Yunanlılar şarabı artık seyreltilmiş bir şekilde günlük hayatlarında tüketmeye devam ediyorlar.

15. Yy’da piskoposlar kendi arazilerindeki halktan vergi ödemeleri olarak birayı kabul etmekteydi.

Ortaçağ’da bira gündelik olarak çok fazlaca tüketilen bir içeçekti. Tabii ki alkol oranı oldukça düşüktü. Piskoposlar, rahipler her kesimden insan birayı tüketirdi. Sebebi ise suya göre daha besleyici ve çalışanlar için daha kalori sağlayıcı bir içecek olmasıydı. 15. Yy’da bazı yerli kabileler de kendi fermente edilmiş içeceklerini üretmeye başlamışlardı.

Martin Luther

Erken Modern dönemler de ise alkol, artık herşeyin bir parçası olmuştu. Tanrının bir lütfu olarak görülen şaraplar, komünyon ayinlerinin ekmek ile olmazsa olmazıydı. Martin Luther, John Calvin, Anglikan Kilisesi liderleri, hatta Püritenler bile alkolün arzuları yatıştırdığını ve eğlence ve sağlık için kullanılabileceğini düşünüyorlardı. Zamanla alkol üretimi Sanayi Devrimi ile kişilerin üretim sürecinden çıkıp makineleşmeye girdi ve günümüzde kadar gelişerek ve varyasyonlara ayrılarak tüketilen bir içecek olmayı sürdürdü.

  • ŞARAP/ALKOLÜN YARARLARI

Şarap temel olarak vücut için iyi bir antioksidandır. Şarap içimi kan dolaşımının hızlanmasına yardım eder. Kandaki kötü kolesterolünde atılmasını sağlar. Kan-damar hastalıklarının önlenmesinde de etki eder. Bağışıklık sisteminide güçlendirir. Aynı zaman da alkol; Maddi olarak satışlarda yüksek gelir elde edilebilmesi, cesaret vermesi, cinsel gücü arttırması, yemeği hazmettirmesi, sarhoşluk süresince cömert yapması, dertleri unutturması, mutlu etmesi vb. gibi o ana mahsus geçici yarar olarak niteleyebileceğimiz şeyleri içen kişilere kazandırmaktadır.

  • ŞARAP/ALKOLÜN ZARARLARI

Ani kan dolaşımı sebebi ile kalpte ritim bozukluğuna sebebiyet verirken, bir takım mide rahatsızlıklarını da beraberinde getirmiştir. Yine bazı göğüs hastalıkları, ilerleyen zamanlarda hafıza kayıpları, beyin felçleri, bunalım gibi hastalıklara sebebiyet verdiği ifade edilmiştir. Karaciğerin yağlanmasından sebeble siroz hastalığı ile işlevini yerine getiremez hale gelen karaciğerin kişinin ölümle sonuçlanan bir hastalığa yakalanmasıda bunlardan biridir. Fakat, gel gelelim ki bu saydıklarımızın hiçbiri, bir insanı sağlıklı düşünmekten alıkoyduktan sonra alacağı kararlardan, işleyeceği eylemlere kadar ortaya çıkan kargaşa ve zararların yarısı kadar dahi değildir. Bunları yaparken kişi sadece kendine zarar vermez, sarhoşluk/bilinçsizlik durumunda aldığı hatalı kararlar ile sayısız insanın da ölümüne sebebiyet verebilir. Üç-beş saat süren sarhoşluk hali sonu hayat boyu sürecek hatalara ve sonuçları insanları pek ala mahkum edebilir. Her içen ortalığı kaosa çevirmez belki, fakat bu da onu iyi bir şey de kılmamaktadır. Burada önemli olan bir kimsenin aklının ipini bir şişeye sallandırmasının ne kadar mantıklı olup olmadığı hususudur. Bir Müslüman bir kadeh şarap veya bir kutu bira içti diye elbetteki Cehenneme gitmeyecektir ama sonucunda gelişecek bağımlılık ve olası muhtemel zararların bunlar maddi ve manevi olara pek ala düşünülebilir, farkında olması birincil unsur olmalıdır.

  • ESKİ AHİT (TEVRAT) İÇERİSİNDE

Eski Ahit içerisindeki ifadeler şarabın/alkolün içilmesi hususunda birbiri ile çelişen bablara sahiptir. Yahudilere Tanrı, önce şarabın içilmemesi gerektiğini, içenlerin hiçbir karar ve hareketi doğru yapamadıklarını yani sarhoş olduklarını belirtirken aynı zamanda yoksul kimselerin acılarını unutması için de şarabı/içkiyi içmelerine olanak tanıyor.Yani makam sahibi kimselere, yönetecilere içmemelerini söylerken, halktan, sıradan kimselere bulundukları yoksulluklarını, acılarını, kederlerini unutturabilmesi yani sarhoş olmaları için içmelerine izin veriyor.

Süleyman’ın Meselleri 23:31-32; Ah çeken kim? Vah çeken kim? Kimdir çekişip duran? Yakınan kim? Boş yere yaralanan kim? Gözleri kanlı olan kim? 30 İçmeye oturup kalkamayanlar, Karışık şarapları denemeye gidenlerdir. 31 Şarabın kızıl rengine, Kadehte ışımasına, Boğazdan aşağı süzülüvermesine bakma. 32 Sonunda yılan gibi ısırır, Engerek gibi sokar. 33 Gözlerin garip şeyler görür, Aklından ahlaksızlıklar geçer. 34 Kendini kâh denizin ortasında, Kâh gemi direğinin tepesinde yatıyor sanırsın. 35 “Dövdüler beni ama incinmedim, Vurdular ama farketmedim” dersin, “Yeniden içmek için ne zaman ayılacağım?”

Süleyman’ın Meselleri 23:6-7; İçkiyi çaresize, Şarabı kaygı çekene verin. İçsin ki yoksulluğunu unutsun, Artık sefaletini anmasın.”

  • YENİ AHİT (İNCİL) İÇERİSİNDE

Şarap, Hristiyanlar için gerek ayin gerek dini törenlerinde, ritüellerinde olmazsa olmaz bir nesnedir. Komünyon Ayini adını verdikleri ekmek – şarapritüeli Hristiyanlıkta, Lord (İsa)’un eti ve kanı ile bütünleşmeyi ifade eder. Çünkü Yeni Ahit’de Lord, öyle söylemiştir. Efkaristiya adı verilen bu ayinde Lord’un bedenimi yeyin, kanımı için ifadesi için Hristiyanlar bunun metafor bir söylem olduğunu ve nasıl ki bir insanın hayatta kalabilmesi için bedeninin yemek yemeye ve sıvı almaya ihtiyacı olduğu gibi ruhununda Lord’un sözleri yani İncil ile doyması gerektiği ve onun sözlerinin takip edilmesi gerektiğini vurguladığını belirtirler. Gel gelelim ki olay hiç de öyle değildir. Bir Tanrı olacaksa şayet böyle bir metafor kullanması, hele hele sarhoşluk veren bir içeceğin ritüellere dahi indirgenerek tüketilmesinin sıradanlaştırılması bir Tanrı’nın öngöreceği bir şey olamaz, olmamalıdır.

Markus 14:22-25; 22 İsa yemek sırasında eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve, “Alın, bu benim bedenimdir” diyerek öğrencilerine verdi. 23 Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine verdi. Hepsi bundan içti. 24 “Bu benim kanım” dedi İsa, “Birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır. 25 Size doğrusunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği’nde yenisini içeceğim o güne dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.”

I. Korintliler 11:23-26; “23-24 Size ilettiğimi ben Rab’den öğrendim. Ele verildiği gece Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın.” 25 Aynı biçimde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın.” 26 Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kâseden her içtiğinizde, Rab’bin gelişine dek Rab’bin ölümünü ilan etmiş olursunuz.”

Yuhanna 2:1-10; Üçüncü gün Celile’nin Kana Köyü’nde bir düğün vardı. İsa’nın annesi de oradaydı.İsa’yla öğrencileri de düğüne çağrılmışlardı. Şarap tükenince annesi İsa’ya, “Şarapları kalmadı” dedi.İsa, “Anne[a], benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi” dedi.Annesi hizmet edenlere, “Size ne derse onu yapın” dedi.Yahudiler’in geleneksel temizliği için oraya konmuş, her biri seksenle yüz yirmi litre[b] alan altı taş küp vardı. İsa hizmet edenlere, “Küpleri suyla doldurun” dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. Sonra hizmet edenlere, “Şimdi biraz alıp şölen başkanına götürün” dedi.Onlar da götürdüler. 9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilmiyordu, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı. Şölen başkanı güveyi çağırıp, “Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar” dedi, “Ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın.”

Daha da ilginci şudur; Üstteki bablara göre şarap Hristiyanlıkta resmen demirbaş bir yerde fakat Hristiyanlığın kurucusu olan Aziz Pavlus, Romalılar kısmında şarap için tam tersi bir tutum sergiler.

Romalılar 13:13-14; “Kendimizi çılgınca eğlenceye ve sarhoşluğa, ahlaksızlığa ve sefahate, çekişmeye ve kıskançlığa kaptırmayalım. Gün ışığında olduğu gibi, saygın bir yaşam sürelim. 14 Rab İsa Mesih’i kuşanın. Benliğinizin tutkularına uymayı düşünmeyin.”

Efesliler 5:18-21; “1Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh’la dolun: 19 Birbirinize mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyin; yürekten Rab’be ezgiler, mezmurlar okuyun; 20 durmadan, her şey için Rabbimiz İsa Mesih’in adıyla Baba Tanrı’ya şükredin; 21 Mesih’e duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize bağımlı olun.”

Efesliler 5:27-32; “27 Bu nedenle kim uygun olmayan biçimde ekmeği yer ya da Rab’bin kâsesinden içerse, Rab’bin bedenine ve kanına karşı suç işlemiş olur. 28 Kişi önce kendini sınasın, sonra ekmekten yiyip kâseden içsin. 29 Çünkü bedeni farketmeden yiyip içen, böyle yiyip içmekle kendi kendini mahkûm eder. 30 İşte bu yüzden birçoğunuz zayıf ve hastadır, bazılarınız da ölmüştür. 31 Kendimizi doğrulukla yargılasaydık, yargılanmazdık. 32 Dünyayla birlikte mahkûm olmayalım diye Rab bizi yargılayıp terbiye ediyor.”

  • KUR’AN İÇERİSİNDE

İslam’da ise şarap/içki yasaklananlar arasında sayılmamıştır Kur’an’da. Hamr şeklinde geçeni anlamı ise aklı örten/karıştıran anlamında sadece şarap vb. değil genel olarak bir insanın onu aldığında sağlıklı düşünememesi, bilinçsiz hareket etmesi, kendinde olmaması yani aklının iradesini elinde tutamadığı bütün şeylerin genel olarak Mü’minlere zarar getirdiği, zararlı olduğu ve kaçınılması gerektiği şeklinde ifade edilmiştir. Tabii Kur’an bu aklı örtmek eylemini oldukça zengin ele almıştır. Zira; uyuşturucu, fal, kehanet, şans oyunları, totemler, semboller, idoller gibi bütün eylemlerin kişileri uyuşturup, hakk yolda hareket edebilmesinin önüne geçildiği için bu gibi şeylerden uzak durulması öğütlenmiştir. Nitekim biliyoruz ki Kur’an inmeye başlamadan önce Bedevi Arap’lar da pek ala şarap tüketen, devenin kemiklerinden fal okları bakan hatta putlara, idollere kurbanlar ve etler sunan ellerinin altında köre ve cariye bulunan bir topluluk idi. Tanrı/Allah, bunların hepsini kademeli kademeli kaldırtmıştır Muhammed peygamber ile.

Maide 90; “Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki/herhangi bir yolla aklı örtmek], kumar; her türlü kolay kazanç amaçlı şans oyunu, kulluk edilen nesneleri, kişileri temsil eden işaretler; semboller ve fal okları; tüm kehanet araç ve gereçleri ancak şeytan işinden zarar veren şeylerdir. Öyleyse durumunuzu korumanız, kurtulmanız için bu şeytan işinden kaçının.

Bakara 219-220; “Sana aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını harcayın.” Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için, “iyileştirme”, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi birbirinden ayırt eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.”

  1. KUMAR/ŞANS OYUNLARI/EMEKSİZ KAZANÇ

Kumar veya çalışmadan elde edinilen kazançlar da büyük günahlar olarak zikredilmesine karşın bazı menfaatlerininde olduğu belirtilmiştir. Bunlar; Çalışıp yorulmadan yüklü kazançlar elde etmek, muhtaç kimselere maddi yardımda bulunulmak üzere kazanç elde etmek gibi. Bedevi Araplar zamanında bahsi geçen bu kumar esasen günümüzdeki gibi bir hadise değildi. Onlar meysir adında bir tür bahis ederlerdi devenin üzerine. Ve kazanan da o devenin etine sahip olurdu. Aslında bunu da kendileri için değil toplumda muhtaç olan kimselere dağıtmak amaçlı yaparlardı ve kendileride yemezlerdi o etten. Günümüzde de mesela bir davadan elde ettiği gelir bazı vakıf ve kurumlara bağışlanır. İşte aynı Bedevi Arapların meysir olarak nitelediği şey böyleydi. Yine gel gelelim ki bu yararlar hiçbir şekilde kumar, daha genel olarak çaba harcanmadan, çalışılmadan elde edilen emeksiz kazançların sonu kimseleri hem bu dünyada hem de ahirette zora sokan şeylerdir. Nitekim bir faiz, emeksiz kazançtır ve faiz de Kur’an’da, Tanrı/Allah ve elçisi Muhammed’e savaş açılması şeklinde vurgulanmıştır. Sadece bu dahi olayın ehemmiyetinin kavranabilmesi adına yeterlidir.

  • DOMUZ VE DOMUZ’UN ETİ
Evcil Domuz çiftliği
  • ESKİ AHİT (TEVRAT) İÇERİSİNDE

Yahudilikte haramlar 365 iken helaller 248 adettir. Yahudilikte helal olarak tanımlanan şeylere koşer denir. Yahudiler koşer sınıfına girmeyen hiçbir şeyi tüketmezler. “Koşer” kavramı Tora’da yer almasada Talmud’dan türetilmiştir. Talmud ise bir nevi Tora tefsiri gibi bir kitaptır. Yahudilikte bu yasaklar kişilerin hem bedenine hem de ruhuna zarar verenler olarak sınıflandırılır. Bahsi geçen koşer İslam’daki helal kavramı gibidir. Domuzun yasağı Kitab-ı Mukaddes içerisinde Eski Ahit’te yer alır.

Yasa’nın Tekrarı 14:8; Domuz çatal tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız.”

Yeşaya 65:4; “Mezarlıkta oturur, Gizli yerlerde geceler, Domuz eti yerler; Kaplarında haram et var.”

Levilliler 11:7; Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır.”

Yahudilik için koşer kavramı, geviş getirmesi ve çift tırnaklı olması şeklinde belirlenmiştir. Dolayısıyla geviş getirmeyen ve çift tırnaklı olmayan hayvanlar trefa (koşer olmayan) olarak sınıflandırılmıştır.

Geviş getiren bir hayvanın sindirim sistemi

Üstteki şemada da görebileceğiniz gibi geviş getiren hayvanların dört farklı mide yapısı bulunur. Hayvanların yuttukları besini işkembesinden çıkarıp ağzına getirerek yeniden çiğneme işlemine geviş getirmek denir. Geviş getiren hayvanlar otçullardır. Deve, tavşan, kaya porsuğu gibi hayvanlar çift tırnaklı olmadıkları için koşer sınıfına girmez. Domuz ise çift tırnaklı olduğu halde geviş getirmediği için yine koşer sınıfına girmemiş ve kirli olarak kabul edilmiştir.

Domuz’un sindirim sistemi

Üstte domuzun sindirim sisteminde görebileceğiniz üzere sadece bir mideye sahiptirler. Burada önemli bir soruya da açıklık getirelim; Hayvanlar neden geviş getirir? Tanrı/Allah neden bu şekilde bir sindirim sistemini uygun görmüştür bazı hayvanlara? Vahşi doğada bütün hayvanlar yaşamları boyunca bir tehlike altında yaşarlar. Yani bir ceylan vahşi doğada otlanmaya kalktığı zaman her an bir aslan veya kaplan tarafından yenilme ihtimaline sahiptir. İşte tam da bu yüzden bir hayvan vahşi doğada beslenirken yayıla yayıla otlanamaz. Hayvan o an otlanır ve giden besinler düzgünce/iyice çiğnenmeden direk işkembeye indirilir ve hayvan belirli bir yerde uzun sürelerce hedef olmayı beklemez. Daha sonra bulduğu güvenli bir bölgede kamufle olarak işkembesine inen o besinleri geviş getirmeye uygun olduğundan tekrar ağzına gönderir ve besinleri rahat rahat çiğneyerek onu börkeneğe gönderir. Esasen işkembe ile börkenek de birlikte çalışırlar. Ağza gelen besinler tekrar çiğnenerek bu seferde kırkbayıra gönderilir ve tekrar ağza gönderildikten sonra son işlem olarak şirdene geçerek besinlerin öğütülme işlemi tamamlanmış olur. Dolayısıyla bir insana göre oldukça komplike bir sindirim sistemine sahiptirler.

  • YENİ AHİT (İNCİL) İÇERİSİNDE

Hristiyanlıkta bilindiği üzere asırlardır domuz etiyle, kanıyla herşeyiyle tüketilen bir hayvan. Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahit bölümü olan Tevrat’da esasen domuz ile ilgili yasak bulunur fakat Hristiyanlar, Lord (İsa)’un gelişi ile Tanrı’nın insanlar ile yeni bir antlaşma yaparak, eski antlaşmayı tamamlamaya geldiğini belirterek Yeni Ahit içerisinde domuz ile alakalı bir yasağın bulunmadığını, Eski Ahit bölümündeki emirlerin, Yeni Ahit içerisinde Yasa’nın Tekrarı bölümünde tekrarlanmadığı müddetçe kendileri için bir bağlayıcılığının bulunmadığını vurgularlar.

Matta 5:17; Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim

II. Korintililer 3:6; “O bizi yazılı yasaya değil, Ruh’a dayalı yeni bir antlaşmanın hizmetkârları olmaya yeterli kıldı.

Yeme ve içme ile alakalı hususlar için;

Matta 15:10; “İsa, halkı yanına çağırıp onlara, “Dinleyin ve şunu belleyin” dedi. “Ağızdan giren şey insanı kirletmez. İnsanı kirleten ağızdan çıkandır.”

Markos 7:15; “İnsanın dışında olup içine giren hiçbir şey onu kirletemez. İnsanı kirleten, insanın içinden çıkandır.

Matta 15:17-20;Ağza giren her şeyin mideye indiğini, oradan da helaya atıldığını bilmiyor musunuz? Ne var ki ağızdan çıkan, yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten de budur. Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten bunlardır.

Koloseliler 2:16; “Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, yeni ay ya da Şabat Günü konusunda sizi yargılamasın

I. Korintliler 10:23-26; “23 “Her şey serbest” diyorsunuz, ama her şey yararlı değildir. “Her şey serbest” diyorsunuz, ama her şey yapıcı değildir. 24 Herkes kendi yararını değil, başkalarının yararını gözetsin.25 Kasaplar çarşısında satılan her eti vicdan sorunu yapmadan, sorgusuz sualsiz yiyin. 26Çünkü “Yeryüzü ve içindeki her şey Rab’bindir.”

Aziz Petrus’un gördüğü bir vizyon ile Kudüs Konsili‘nde domuz, yasak bir hayvan değil yenilebilir, denilerek bir güncelleme getiriliyor Yeni Ahit’de. Kısacası Yeni Ahit (İncil)’de gerekse Pavlus gerekse diğer evangelistler (İncil yazarları) Eski Ahit (Tevrat)’in neredeyse bütün gelenek ve yasaklarını kendilerince değiştirmiştir.

Bütün bunlara rağmen bir takım kiliseler (Hristiyanlık’ta mezhepler “kilise” olarak tabir edilir) Eski Ahit emrine sadık kalarak domuzu tüketmemektedir. Bunlar; Yedinci Gün Adventist Hristiyanları, Hristiyan Church Of God, Ortodoks Nasturiler, Ortodoks Kıptiler, Rus Hristiyan Malakanlar, Süryani Hristiyanlar, Doğu Ermeni Gregoryan Hristiyanlar, Essene Nazarean Church, Stewarton Bible School İskoçlar, Ethiopian Orthodox Tewahedo Church, Christian Education, Messianic Judaism ve King James Bible’ı izleyen Hıristiyanlar’ın diyetlerinde domuz etini yer yoktur.

  • KUR’AN İÇERİSİNDE

Kur’an bizlere, domuz etinin yasak edilmesinin sebebinin kirli olmasından ötürü olduğunu bildiriyor. Fakat burada önemli olan onun, domuzun etinin kirli olarak yaratılması değil, daha sonradan kirlendiği anlamını taşıyor. Dolayısıyla demek ki tarihin bir bölümünde ki tarihi ancak Sümerler ile başlatabiliyoruz çünkü onların yazıyı kullanarak bıraktıkları kayıtlar kadar bilgimiz mevcut ki Sümerlerde de domuzun kirli olarak nitelendiğini biliyoruz bu yüzden demek ki Sümerlerden dahi önce zamanın bir diliminde domuz, kirli olmayan, zarar taşımayan bir hayvanmış. Yalnız önceden de belirttiğimiz gibi buradaki kirlilik, zarar durumlarını doğrudan domuz eti sağlık açısından birçok zararlı virüs ve bakteri taşır demememiz gerekir çünkü asırlardır tüketilen ve hala da devam edilen bir et bu. İçeriğide diğer etler gibi ki her et de olduğu gibi hijyenik koşullar altında ve doğru bir pişirme domuz etide pek ala sıkıntı doğurmayacaktır. Demek ki bu sonuç bizlere kirli, zararlı kısmının maddi bir kirlilik, zarar olmadığı anlamına ulaştırıyor. Şimdilik bu nokta burada dursun.

Nahl 115; Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.”

Bakara 173; O size, sadece ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

En’am 145; De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir–yahut Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Maide 3; “Size leş, kan, domuzun eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın. Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm’a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

Kur’an bizlere 4 yerde haram ve helaller kısmında Rabb’in koyduğu hükümleri bildiriyor. Üstteki ayetlerde, En’am 145 ile Nahl 115 Mekke döneminde iken inmiş, Bakara 173 ile Maide 3 ise Medine döneminde inmiştir. Ayetlerin hangi dönemlerde indiği önem arz eder zira böylece ayetlerin indiği bölge ve uygulama ve koşullar hakkında bizlere doğru anlamada ışık tutar. Bunu anlayamazsak Kur’an’da tekrarın olduğu gibi hatalı bir yanılgıya düşeriz. Mesela; En’am 145 ile Nahl 115‘de bildirilen yenilmesi ve içilmesi helal olan şeylerin Rabbimiz tarafından o zamanın Mekke’sinde gelişmiş olan bir duruma hitaben söylendiğini anlıyoruz. Bakara 173 ile Maide 3‘de ise Mekke’den hicret etmiş olan Müslümanların Medine’ye geldiğinde oradaki kimi ehl-i kitapların –işte bunlar kimlerdir, İsrailoğulları’na verilmiş vahiyleri bozan ve bununla birlikte Hristiyanlık gibi yeni bir inancı ortaya atan veya hala eski heretik inançları sürdüren söz gelimi Paganlık gibi kimseler– yaşamları ve adetleri, kültürleri ile tanışınca olacak ki yine oluşmuş kafa karışıklığı veya sapmalar neticesinde Tanrı/Allah, yenilmesi ve içilmesi helal olan şeyleri tekrar bildirmiştir.

  • KUR’AN’DA DOMUZ ETİ’NİN YASAK EDİLMESİ

Bu mefhumu irdeleyebilmek için geçmişe, çok daha geçmişe gitmek gerekir. Çünkü Arabistanın o zaman ki durumu bize bu konuda herhangi bir bilgi verememektedir. Bu yasağı en yakın Yahudilerdir Kur’an’da bu hükümler belirtilmeden önce. Yani İsrailoğullarıda bu şeriate tabiydi. Durum elbetteki Hristiyanlar için de bağlayıcı idi fakat Aziz Pavlus sayesinde, Musa’nın tebliğ ettiği İslam’ı düzeltmesi için gönderilen İsa’nın sözleri tahrip edilerek başka bir beşeri inanç/cemaat haline getirilmiş ve onlar bu yeme yasağını kendilerince değiştirerek devam ettirmişlerdir. Bu yüzden bu yasak hakkında bilinen en eski kayıtlardan günümüze bir anlam/sebep bulmaya çalışacağız. Yazının bu kısmını okumadan önce SÜMERLERDEN GÜNÜMÜZE: DOMUZ adlı post’u okumanızı tavsiye ederim.

Bu konu ile alakalı dünyada birçok araştırmacı bir takım fikirler yürütmüştür çünkü bu yasak gerçektende o kadar eski ki! Bazı sorular sorarak olayı anlamayı çalışalım; 6. Yy’da Arabistan bölgesinde herhangi bir domuz çiftliği veya tüketimi mevcut muydu da böyle bir hüküm geldi? Teknik olarak düşününce bunun cevabının olumsuz olacağı aşikardır zira çöl iklimi domuzlar için bir intihardır. Yani domuz çok su tükettiği gibi vücudundaki ter bezlerininde onu yeteri kadar soğutamaması hasebi ile tıpkı filler gibi çamur banyosu yaparak kendini serinletmesi de doğal olarak mümkün olmayacaktır. Bu tür çamur banyolarını doğada birçok hayvan pek ala yapmaktadır. Ayrıca 6. Yy‘ın Arabistan’ında da herhangi bir derin dondurucu teknolojisininde olmaması domuzun etinin saklanabilmesini yine olanaksız kılacaktır. Fakat kimilerinin dediği gibi o zamanlarda Muhammed, topluma Tanrı/Allah’ın kıldığı yasakları tebliğ ederken toplumu, Ya Muhammed “domuz” nedir?, gibi bir durumla da karşılamamışlardır. Çünkü en nihayetinde o zamanlar orada herkes Müslüman değil idi. Özellikle Mekke’nin Kabe’yi de içerisinde bulundurması ve Kabe’nin içinin putlarla dolu olması veya Hacer’ül-esved denilen Kara Taşın -ki bildiğimiz taştır- gelip görülmesi yani manevi bir değere sahip olduğuna inanılarak onunda bir put haline getirilip tapılması neticesinde bir de ticaret yoluyla kesişmesiyle bir çok inançtan gerekse Yahudi gerekse Hristiyan gerekse Pagan kimseler sayesinde illa ki domuz eti görülmüş, bilinmiş belki de tadılmıştı da Kur’an hükmü gelmeden önce, bilemeyiz. Fakat bildiğimiz bir şey varsa tıpkı günümüzde Türkiye’de yaşayan bir kimse gibi o zamanın Mekke halkı da domuz gibi bir hayvana ve tadına/etine yabancılardı.

  • DOMUZA OLAN TALEBİN AZALMASININ TEK SEBEBİ DİNİ HÜKÜMLER DEĞİLDİ

Tarihe baktığımızda Kur’an inmeden önce Ortadoğu’da Bereketli Hilal dediğimiz coğrafi bölge olan Mezopotamya ve Doğu Akdeniz‘te o.d.ö. 5000 ila 2000 yılları arasında evcil domuzun yetiştirildiğini görebiliyoruz. Bu süreçte domuz yetiştiriciliği o.d.ö. 1000 yılına kadar azalarak kaybolmaya başlıyor. Dolayısıyla sadece dini hükümler neden değildi domuzun yavaş yavaş kaybolmasına bu bölgelerde. Tarih öncesi hayvanların iskeletleri, kemikleri üzerinde uzman bir araştırmacı olan Richard W. Redding, bu duruma insanların tavuk yetiştiriciliğine geçiş yaptıklarına işaret ediyor. Sebebi ise domuza göre çok daha zahmetsiz, göç edilebilir, daha az maliyet ve daha fazla getiriye sahip olması. Bir kilo tavuk 3500 litre su tüketirken muadili domuz için bu değer 6000 litrelere ulaşmaktadır. Tavuklar yumurta gibi ikincil bir ürün üretebilirken, domuzlar için böyle bir şey geçerli değildir. Eğer ki sütünü ele alırsak domuzların; domuzlar sadece kendi yavrularını besleyebilecek kadar süt ürettikleri gibi inekler gibi sağılmayada elverişli değillerdir ve uysallaşmamışlardır. Ayırca bir domuz sütü bir ineğin sütüne göre iki katından fazla bir yağ oranına sahiptir. Bir ineğin sütünde %3.9 civarında yağ mevcut iken bir domuz için bu değer %8.5’lere kadar çıkabilmektedir. Domuzların sütleri keçi sütünden dahi daha yoğun ve serttir. Domuz eti soğuk bir iklimi gerektirir aksi halde kısa sürede bozularak bakteri üretmeye başlar ve göçebeler için bu büyük bir sorundur. Tavuklar göçebe yaşama ve evcilleştirilmeye çok daha uygundur vede boyutları sebebiyle oldukça pratiktirler.

Dolayısıyla domuz yetiştiriciliği büyük oranda rağbet görmemeye başladı fakat Ortadoğu’da asla tamamen kaybolmadı. Domuz protein ve yağ bakımından yüksek değerlere sahip bir hayvan olmasına karşın çoğu zaman çiftçilerin başına bela olmuş bir hayvandır. Ekinlere verdikleri zararlar, çok fazla su tüketmeleri vb. Fakat bu onu asla tamamen bırakılan bir hayvan yapmadı. Tabii gelişen çağlar ile domuz yetiştiriciliğide gelişti ve günümüzde en çok tüketilen hayvanlar arasına girdi ki bunda fiyatının ucuz olmasıda bir etken.

Yasağı daha öncesinde İsrailoğulları’nın şeriatinde yasak edilen hayvanlar arasına girmesi ve Kur’an’ında yayılması ve çevrede bulunan İsrailoğulları yani günümüzde Yahudilerin seçilen son peygamber Muhammed’in tebliği ile çağırdığı insanların yine İsrailoğullarının toplumunun peygamberi olan Musa’nın çağırdığı dinin aynısı olduğunu belirtmek amacı ile Arab coğrafyasında bu yasağın bizlere Kur’an’da bildirilmesi de olabilir fakat bu da temelde domuz/etinin neden yasak olduğu hakkında bir bilgi vermiyor.

Tarihi olarak ele aldığım bu yasak araştırmalarım sonucu bilakis domuzun yenilmemesi anlamında maddi bir çerçevede değil, süreç olarak düşündüğümüzden çok daha öncesine taa Sümerlere kadar giden bir kirli olduğu düşüncesi ile manevi bir anlamı içerisinde sakladığı. Kur’an’da da bizlere domuzun etinin yasak edilmesinin sebebi olan sonradan kirlendiği/pisleştiği bildirilir. İşte buradan hareketle gidebildiğimiz en uzak kayıtlar olan Sümer tabletleri ile Sümerlerde domuz tüketilmesine karşın, kurban olarak da sunulması Tanrı’ya bu olayın Sümerler’den de öncesine uzayan ve bizim bilemediğimiz bir geçmişe sahip oluşu fakat Sümerlerden sonra Asur, Mısır, Yunan, Roma ve dahası ile de genellikle Tanrı’lara kurban olarak sunulan, kanı ile büyüler yapılan, kirli sayılmasına rağmen yer yer de tüketilen bir hayvan olarak domuzun manevi bir kirlenmişliğe dönüştüğü kanaatidir. Yani bu, insanların eskiden bu yana politeist ve pagan inançları ile bir alışkanlık haline getirdikleri domuzun bir tür insanlar putlara karşı yaptıkları alışkanlıklarının önünü kesip bu manevi kirliliği yine bir sembolü haline gelmiş olan domuzun direkt olarak hedef gösterilmesi ve yasaklanmasıdır.

Tabii bu noktada madem böyle manevi bir yasaklamaya dikkat çekilsin neden bir de “Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar” ibareside yer alıyor denilebilir. Doğrudur. Bu konu aklıma takılmadan önce de zaman zaman üstüne düşmüştüm ama bu denli detaylı değil. Ve bu denli detaylı bir araştırma sürecinde de ne yazık ki kesin gözle bakacağım bir cevaba ulaşamadım. Sümerlerden bu yana ele aldığım bütün büyük uygarlıklardan günümüze bir takım şeylere ulaşmış olsamda bir yerde yine soru işareti kaldı. Bu manevi kirlilik ile yani insanların putlara olan bağlılıkları ve geleneklerin kırılması amacıyla yapıldığı ulaştığım en tatmin edici cevap olmuştu ki burada da aynı yasaklar içerisinde gerek En’am 145‘te; “…Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç“, gerek Nahl 115‘te; “…Allah’tan başkası adına kesilenleri“, gerek Bakara 173‘te; “…Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları” ve Maide 3‘teki; “…Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen” pasajlar bu fikri de öteleyen bir hal aldı. O yüzden domuzu özellikle ayrı bir yerde tutmakta pek mantıklı gelmiyor. Ben buna her ne kadar domuzun ritüel ve kurban törenlerinde putlara/Tanrılara adanmalarına direkt olarak hedef göstermek sureti ile belirtilmesini de yazmış ve düşünmüş olsamda bunu kesin olarak yerine oturtamıyorum.

Sözün özü domuzun eti için Kur’an’da Rabbimizin bizlere gerekçesini sunduğu onun necis bir hayvan olduğundan başka bir şey yok elimizde. Necis ise Arapça bir sözcük olan necaset olan bir maddeye denirken, hakiki ve maddi kirlilik, temiz olmama anlamına gelmekte. Genel bir değerlendirme yaparak neticelendirirsek; Domuz eti sağlıksız mıdır?, doğru yetiştirilme, kesim, saklanma ve pişirme ile hayır. Domuz yiyenlerde hastalık oluşuyor mu?, Domuz eti ile alakalı aleyhine veya lehine bir sürü araştırma var yurtdışında. Ve ciddi miktarda tüketiliyor çünkü ucuz ve zengin bir protein kaynağı. Özellikle şu hastalık çıkıyor demek haksızlık olur ki dediğimiz gibi yetiştirme-kesim-saklama-pişirme en önem arz eden şey. Nitekim sürekli tüketilen büyükbaş hayvanlardan bir dana vb hayvanlardan bulaşılacak hastalıklar bir domuzdan bulaşacak hastalıktan çok daha fazladır. Kur’an’ın indiği zamanki Arabistan coğrafi iklimi domuz yetiştirmeye müsait miydi?, Kesinlikle hayır. Çünkü sıcak ve su kıtlığının bulunduğu, temizliğin üst düzeyde olamadığı vede kesilen etlerin saklanması için gerekli soğutucularında bulunmaması belirgin etkenlerdir. 6. Yy’da domuz çobanlığı, yetiştiriciliği veya ticareti yapmayan Arap kabileleri bir şey kaybetmiş midir bu yasak ile?, Hayır. Çünkü bir kere domuz gibi bir hayvana zaten Arabistan coğrafyası ve Arapların kendisi yabancı idi. Ne hayvanın yetişmesi hakkında ne de eti hakkında bir bilgiye sahip değillerdi. Ve de çöl iklimine sahip Arabistan coğrafyasında domuz gibi bir hayvana yatırım yapmak tek kelime ile o kabilenin intiharı olacaktır, mantıklı değildir. İklimi bütün yatırımları murdar edecek ve kesilerek saklanan etler de kurutulmaya müsait olmadığından bakterilenmeye ve salgına sebep olacaktır.

Nitekim o zamanlarda hayvanlardan bulaşacak hastalıkların hijyen konusundaki bu dezavantaj sebebinden toplu şekilde yayılacak ve toplu bir pandemiye dönüşmüş olacaktı. Zaten bu noktada Rab’bin nasıl büyük çerçevede bizlerin hayrına bir emir getirdiğini anlayabiliriz. Bakın burada önemli olan husus şu; Rab’bimiz bizlere ayetinde belirtiyor ki Eğer ki etin necisini yani zararının giderilmesi halinde temizlenip vücut için hastalıksız hale getirilmesi halinde domuzun etinin dahi yenebileceğini bizlere vurguluyor! Bu husus çok önemlidir çünkü atalar dininde bu yasak özellikle domuz adının bile anılmamasına kadar ilerletilmiş ve top yekun yasak/pis/necis olarak nitelendirilmiştir. Fakat Allah bizlere zaruret halinde dahi koyduğu yasakların yasak olmayacağını bizler için bir kolaylık olmasın diye vurguluyor. Bir Müslüman gerekli bütün hijyen ve tedbirleri alarak domuz çiftliğide kurabilir, ticaretini de tapabilir hatta yiyebilir de! Bu bir tabu olduğu için hiç sorgulanmıyor ne yazık ki. Emri veren Rab ise kolaylığı ve istisnalarıda veren yine Allah’tır. Bunu kullar kendi kafalarına göre belirleyemez vede yeni şeyler ekleyemez. Kur’an demek, Rab’bin kelamı demek aklı kullanmak ve insanoğlunun hayrı ve yararı demektir. Bu yüzden bir yasak konulmuş ise onun neden olduğu sorgulanmalı ve anlaşılmalıdır. Domuzu bir tabu haline getirmek yerine zamanına özgü arkaplan irdelenmeli ve gelişen zamana uygun olarak geniş çerçevede anlaşılmalıdır.

Leave a comment